Derinden gelen uğultunun paniğiyle pencereden baktım da; iftira
atmıyordu rüzgar hırçın sesiyle!.. İsyan ediyordu aslında tüm
nefesiyle... Aydınlık hiç teslim olmadı karanlığa diye!..
Oysa o gün,
şiddetli rüzgar nedense ürküttü beni... Kendim için değil, çaresiz
varlıklar için ürktüm!.. O an, menteşesi paslanmış bir pencerenin
isyankar çarpışları gibi öfke duydum yokluğa!..
Çünkü adaletsizliğin kölesi olmuş yaşamlar; kimine saltanatlar bahşetse de, çoğuna kucak açmıyordu çaresizliğinde...
Çünkü dünya tüm zenginliğiyle el uzatsa da kimilerine, işaret bile etmiyordu çoğunun yalnızlığına...
Dışarıda
virane kalmış insanlar, pejmürde bir çaresizliğe köle olmuş berduşlar;
kediler, köpekler ve de yarınını bilmeyen minik kuşlar...
İşte o yüzden isyan ettim tüm hıncıyla efkar dağıtan fırtınaya!.. Yüreklere tuzak kurmuş kuru soğuğa!..
Böylesi
günlerde ve rüzgarın kar(ı)a haber verdiği anlarda hep düşünürüm;
Gözlerimi mi kapatsam görmemek için, sırtımı mı dönsem çaresizliğe?..
Yoksa, boyun mu eğsem yaşamın girdabına?..
Yani ne desem sahibini arayan mahzun yalnızlığa?..
Ne desem pencere kıyısında, bir minik ekmeği bölüşmek için kanatlarıyla savaşan kuşlara?..
Ne desem; karanlıkta yolunu şaşırıp kehribara sığınmış minik karıncaya?..
İyisi mi yıldızlara teslim etsem yoksul geceyi!.. Olur ya, en azından yalnız kalmasın kabusa direnen rüya!..
Buhar sinmiş yürekler!..
Yaz bu sene uzun sürdü ya, kış belli ki pususunda mahsur kalmıştı!..
Ya da, acımasız yüzünü göstermek için kar doğrayan kılıçlarını
keskinletiyordu!..
O pusu ki, yuvasından fırlamış bir kar leoparının
hızıyla yaşamın en sıcak anlarına buz damlası gibi inmeyi düşlemiş
olmalıydı!..
Geçen hafta bir akşam üstü, paslı zincirden savrulan
özgürlük aşkına bir düdük öttürüyordu sanki rüzgar... Belli ki yolda
soğuk vardı, şehre eminim kar gelecekti!..
Ak düşmüş tül perdesini tam da indirirken gökyüzü, aşağıdaki dizeler de tıpkı kar taneleri gibi düşüverdi aklıma;
“Buhar sinmiş yüreğin ayna olsa da bakmam; kan olsam damarında, sen yaşa diye bir damla akmam...”
Sıcacık bir yürekten damıtılan sözcüklere şu masum soru yüzünden hapsoldum; Umut ısıtır mı acaba bedeni?..
Kar yağıyordu çünkü dışarıda ve yapraklar zemheri bir soğuğa isyan ederek sarsılıyordu...
Oysa
o kadar belliydi ki, kar tanelerinin cilveli ve patavatsız gelişi!..
Gökyüzünün renginden; pas vurmuş gecenin zifirisine kadar belliydi!..
Çünkü naz düşmüştü, soğuktan pembeleşmiş tenlerin mahcup yüzüne!.. Çünkü ahkam kesiyordu soğuktan kırıtan bulutlar!..
Sonra düşündüm de, rüzgar kesilse ay düşer mi acep gecenin sesine?.. Sevdalı bir uyku tutunurken garip geceye?..
Tenha köşedeki canan...
Geçen hafta kar yağdı İstanbul’a... Kartopu büyüklüğünde isyankar hüzünler, gökyüzünden toprağa usulce düşüverdi...
Yeşil
aniden rengini yitirdi, toprağın kahverengisi adeta pamuklara
gizlendi!.. Tıpkı, kar kadar köpüklere hapsolmuş sütlü kahveler gibi!..
Kar
var ya, kar?.. O gün, geceden sabaha kadar hiç durmadı... O beyaz
kristal buz parçacıkları; saçlardan savrulan nazlar gibi buse
konduruyordu toprağa...
Sıcak tene düşen öpücükler ihtimaldir ki, tenha köşelerde kan da veriyordu canana!..
Sonra gökyüzü, yürek titreten nazlarını savurmaktan yoruldu herhalde?.. Utangaç bir masume gibi aniden kapatıverdi kendini...
Kısa bir yağmur karla karışık düşünce toprağa; beyazın gizemi de, bir hayal gibi kaybolup gitti!..
Yani İstanbul beyaz teninden soyundu, gelinlik mahcubiyetindeki bir beyaz kısrak gibi!..
Ve beyaza bulanmış hüzün, sevgilinin ardından ağlayan divanenin gözyaşları gibi eridi gitti!..
Kar bu kadardı işte büyük şehirde... Kısa ve hüzünlü yaz aşkları misali, geride acı bir kahvenin kısacık hatırı gibi!..
Yapraktan düşen yağmur damlasının, berraki bir günün martı kanadına düşmüş zamanı gibi!..
Kar hayaldir unutmayın!..
Kar hayal gibidir aslında... Bazen tüm pisliklerin üzerine bembeyaz bir badana çeken...
Bazen yaşamımızı zehir eden haşeratı esir alan...
Ve bazen de, kirlenmiş dünyayı gizemli ve aldatıcı bir tabloya çeviren...
Kar,
kimi zaman çocukları tahta kaykaylarında rüyalara taşıyan bir uzun
patika olsa da; bazen, yolları kapatan bir öfkeli canavardır aslında!..
Çekici, etkileyici, sinsi ve acımasız!..
Sonunda ne olursa olsun aslında hayaldir kar... Gelişinde ve gidişinde habersiz olan bir hayal!..
Bazen
uyanmak istemediğimiz bir tatlı rüya, bazen de kaçmaya çalıştığımız bir
beyaz kabus!.. Siz ne olur ne olmaz “beyaz”dır, “ak”tır diye fazla
güvenmeyin!..
Çünkü ben, kar beyazı tertemiz umutların peşinden koşsam da bazen, hayallere hapsolmadım ki hiç...
Hep kavga ettim yalan olan hayallerle... İnandım ki; gerçeğe ulaşmak en güzel hayalden daha mutludur...
İnandım
ki aslında, “beyaz” diye “ak” diye bize yutturulanlar, yüreğimizi
hapseden, direncimizi kıran, umudumuzu tüketen ucuz ve takiyeci
hayallerdir aslında...
Unutmayın beyaz da olsa kar, eninde sonunda
hayal gibidir!.. Siz karanlıkta, aydınlığa sımsıkı sarılabiliyorsanız
eğer gerisi yalandır!..
Sözü, kar tanesi gibi yüreğime savrulan dizelerle bitirmek en iyisi:
“Gecenin
ayazında düş görüyor bulutlar; rüyaya yatmış yıldızlar ve de yüreğinden
ürküyor sevdalılar!.. Hepsi sabahın aydınlığına gebe...”
“Ak” karlar, “beyaz” felaketler karda kışta, kara günde ve de kötü dönemde esir de alsa sizi; her gününüz aydınlık olsun...
Yorum Gönder