Sevgili,
Balıklı Rum Hastanesi “Geriatri”
kliniğine özellikle pazar günleri öğlen saatlerinde, hastaların
ziyaretçileri gelir. Yatanların ziyaretçileri oğuldan çok kızları
oluyordu.
Bir pazar annemi ziyarete gittiğimde, hiç unutmuyorum, ben ona pipet
ile meyve suyu içirirken, yan odalardan birinden şöyle uyarıda bulunan bir kadın
sesi duydum:
- Ye anneciğim. Bak yemezsen bunu, sonra doktor gelir, iğne
yapar.
Bunları duyunca gözümde iki damla yaş belirdi, dudaklarımda da
tebessüm.
Kim bilir kaç yıl önce, seslenilen kadın, kendisine yemek yedirmeye
çalışan kızına aynı şeyleri söylüyordu...
Ama zamanla roller değişmişti.
Hayat böyleydi işte.
Sonra, aklıma çocukluğumu tutsak alan korkulardan biri olan, Frenklerin
“vaccinophobia” dedikleri, iğne olma korkusu
geldi.
İğne olmaktan hoşlanan kimse görmedim, çocukların çoğu da korkar,
çekinir iğneden.
Çevre de nedense çok yanlış bir davranış ile çocukları iğneyle
korkutur.
Yanlış bir davranış tabii, ama ne olacak ki, çocuklarımızı doğru
yetişsinler (neye göre doğruysa!) diye yanlışlarımızla büyütürüz. Öyle
gördük, öyle de yapıyoruz.
***
Ama kabul etmeliyim ki, benim korkum normal boyutu aşıyordu. O kadar
ki, hem de ortaokulda olduğum yıllarda (kaçıncı sınıftı hatırlamıyorum) aşı için
sıra beklerken rengim öyle bir atmış ki, görevli bana baktı ve bayılacağımdan
korkmuş olmalı ki, “Boş ver sen geç”
dedi.
Aksi gibi çocukluğumda da Atillâ
İlhan’ın “Üçüncü Şahsın
Şiiri”nde dediği gibi “çöp gibi bir oğlandım
ipince”...
Verem korkusunun henüz tümden silinmediği o dönemlerde çocuklar için
“zafiyet”ten çok korkarlardı. Çaresi de
iğneydi.
Yatılı okulda, her gün sabah teneffüslerinden birinde revire gider,
adını bilmediğim “Hemşire Hanım”a iğne
vurdururdum.
Boğaz kıyısındaki Feriye Sarayı’nın da feri
binası olan küçük revir, iğne fobimin somut odağı haline gelmişti.
Annemde doktorların da katkısıyla yerleşmiş olan zafiyet korkusunun
silinmesi yüzünden, iğne kürüne son verildiği beşinci sınıfta bile, iğne fobimin
kalıntıları geçmemiş olmalı ki, “revir”in
giriş kapısının önünden geçtiğimde yüreğim hoplardı.
Korkunun tümden kaybolması için aradan yıllar geçmesi
gerekecekti.
***
Aradan geçen zamanda ilkokulumun binası yeni eklerle üniversite olmuş,
benim iğne fobimin merkezi revir de, yenilenerek rektörlüğe
dönüştürülmüştü.
Galatasaray’dan ağabeylerim, hukuk
fakültesinden hocalarım ve aramızdaki yaş farkı fazla olmadığı için, hem de
arkadaşlarım olan iki rektör, Prof. Dr. Yıldızhan Yayla ile
Prof. Dr. Erdoğan Teziç’i orada birkaç kez
ziyaret ettim.
Şu günlerde bizim eski revir binası yine gündemin ön sıralarında.
Galatasaray Üniversitesi’nin yeni rektörü Prof. Dr.
Ethem Tolga’nın ODTÜ olayları ertesinde, diğer
bazı üniversite rektörleriyle ortaklaşa yayımladığı bildiri, hem kurumun öğretim
elemanlarının, hem de öğrencilerinin çoğunluğu tarafından, bizim eski revir,
yeni rektörlük binası önünde, protesto edildi.
Ethem Tolga’nın kimi icraatına yaşayarak
tanık olmuş ve kendisi tarafından dolaylı yoldan engellenmiş bir kişi olarak,
sonradan yanlış anlaşıldığını söyleyerek tevil etmeye kalktığı (oysa bu bildiri
tevil götürmez) bildirisi beni şaşırtmadı, ama Galatasaray eğitim camiasından
yetişmiş biri olarak çok üzdü ve utandırdı.
Velhasıl Sevgili, bizim eski revir binasının işlevi değişti, ama korku
odağı olma durumu yine değişmedi.
Ama Sevgili, ben bu arada korkumdan kurtuldum. Darısı Ethem
Tolga’nın başına...
Yorum Gönder