Türkiye Cumhuriyeti’nden çok AKP’nin Başbakanı olan R.T. Erdoğan siyasete girmeden önce nelerden şikayetçiydi, bunları ayrıntılarıyla bilmesek de tahmin edebiliriz: 3 Kasım 1839 tarihli Tanzimat Fermanı’ndan bu yana bütün İslamcılar nelerden şikayet ekmişse o da etmiştir: Tanzimat, II. Meşrutiyet, II.Abdülhamid’in tahttan indirilmesi, Osmanlı’nın modernleşme çabaları, Hıristiyan ve Musevilerin Müslümanlara eşit vatandaşlık haklarına sahip olmaları, modern okulların açılması, yasaların dünyevileştirilmesi, İttihat ve Terakki, 31 Mart ayaklanmasının bastırılması, saltanat ve hilafetin kaldırılması, harf devrimi, tekke ve zaviyelerin kapatılması, Tevhid-i Tedrisat Kanunu ve mevcut anayasanın 174.maddesinin koruduğu bütün devrim yasaları; genel olarak, Cumhuriyet’in, dinin toplum ve birey üzerindeki vesayet, ipotek, hacir (hacr) ve haciz türünden baskı ve terörünü engelleme çabaları; devlet ve toplum kurum ve kuruluşlarının laikleştirilmesi çalışmaları... Başbakan, büyük bir olasılıkla, imam-hatip okulundan itibaren olması kesin ama büyük bir olasılıkla, “baba evi”nden itibaren bütün bunlardan şikayet etmiş (müşteki olmuş) ve bunları bir gün değiştirmek için yemin etmiş, ant içmiş olmalı. Öyle ve böyle anlaşılıyor.
Ama şikayetçi olduğunu tahmin ettiğimiz, zaman zaman kendi ağzından duyduğumuz her girişim ve olgu Cumhuriyet’in kurucu ögeleri ve içselleştirdiği değerler.
Başbakan’ın işi zor ve bu Başbakan’la da Türkiye’nin işi zor.
Türkiye’nin işi zor
Siyasal partiler bir devletin Anayasal kurulu düzeni içinde iktidara gelip ülkeyi kendi programlarına göre yönetmek amacındadır. Zorundadır! Başbakanlar da mensup oldukları siyasal partilerin programlarını uygularlar. Bu programlar dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde o ülkenin kurucu ideolojisine ve anayasasına aykırı olamaz.
Oysa R.T. Erdoğan, daha 1993 yılında, Refah Partisi İstanbul İl Başkanı’yken “Bize göre demokrasi ancak bir araçtır. Hangi sisteme gitmek istiyorsanız, bu düzenlerin seçiminde bir araçtır. Yani demokrasi ile düzenler gelir, düzenler gider. Tabii bunun demokrasiyle gerçekleşmesi, halkın iradesinin tecelli etmesi güzel bir şey” diyordu. (“2.Cumhuriyet Tartışmaları”, S.419)
Zamanın Refah Partisi İstanbul İl Başkanı R.T. Erdoğan’a göre halkın iradesi seçimle Türkiye’nin laik ve demokratik rejimini değiştirebilir.
1993 yılında bilmediği ve asla öğrenmek istemediği bir şey var: Muhterem, halkın iradesini kendisine oy veren seçmenlerin iradesi sanıyor. Bir ülkenin halkının bir tek değil, birden fazla iradesi vardır. Sadece AKP seçmeni değil, CHP, MHP, BDP ve TBMM’de temsil edilmeyen öteki partilere oy veren seçmenler de halkın iradesini temsil ederler.
Bu nedenle demokrasilerde “milli irade”, “halk iradesi” gibi totaliter değerler yer almaz.
Buna karşın
Buna karşın Başbakan aldığı yüzde 49 oyla Türkiye’nin devlet ve toplumsal düzenini değiştirmek istiyor, dahası anayasa ve yasalara karşın türlü yöntemler uygulayarak değiştiriyor.
Kendi kafasındaki programı uygularken, uygulamaya çalışırken halka vaaz veriyor, masallar anlatıyor.
CHP Meclis Başkan Vekili Muharrem İnce, Başbakan Erdoğan’ın 12 Eylül 1980’den önce Metris Cezaevi’nde işkence görmesinin gerçek dışı olduğunu, çünkü o tarihte Metris Cezaevi’nin olmadığını, 1981 yılında açıldığını söylüyor. Herhangi bir dedesinin şehit olmadığını iddia ediyor. Anlaşılan Başbakan bir yerlerde dedesinin şehit olduğunu, kendisinin işkence kurbanı olduğunu söylemiş. Demek ki Muharrem İnce’ye göre masal anlatmış.
Altan Öymen’in bir yazısından (Radikal, 19.12.12) öğrendiğimize göre, Başbakan Konya’da yaptığı bir konuşmada, kendi iktidarlarından önceki dönemlerde, fabrika, atölye ve işyerlerini “Bismillah” diyerek açmanın, “Elhamdüllah” diyerek kapatmanın suç sayıldığını ileri sürmüş.
Biz de Altan Öymen’le birlikte soruyoruz: Kimdi bu sözleri suç sayanlar? Kim yasaklamış, kim söylemiş, kim yazmış?
Başbakan’ın kendisinden önceki dönemleri, özellikle de 1950 öncesini, kanıtsız, belgesiz suçlama saplantısı var. En azından çocukluğunda duyduğu masal, tevatür, tezvirat ve yalanları, gerçekliklerini araştırmadan tekrarlıyor.
Hamaset şahaserleri
Bekârlara evlenip 2071 yılına kadar 1071 yılının neslini yetiştirmeleri tavsiye ediyor. 1071, Türklere Anadolu’nun kapılarını açan savaş zaferinin tarihi. Tam anlamıyla içi boş bir hamaset! Anadolu’da Türkiye Cumhuriyeti kurulmuş, egemen bir devlet var. Gençlere Cumhuriyet’e karşı yeni bir 1071 meydan savaşı yapmalarını mı tavsiye ediyor?
Böyle bir soru sorulsa, tevilcileri, hemen araya girerler ve Başbakan’ın sözlerinin yanlış anlaşıldığını söylerler.
Başbakan, Konya’da yaptığı konuşmada (Milliyet, 17.12.12) “Türkiye 1071’in 1000. Yıldönümünde Selçuklu’daki, Osmanlı’daki o ulaştığı dereceye yeniden ulaşacak” demiş.
Başbakan’ın dileği inşallah gerçekleşmez. Gerçekleşirse, Cumhuriyet’in sonu da Selçuklu ve Osmanlı devletlerinin sonu gibi felaket olur. Bu iki devlet kendi dönemlerinin bir noktasında, askeri bakımdan, belki süre doruğa çıkmıştı. Ama Anadolu halkı sefalet içinde yaşıyordu. Ekonomileri, para değerleri yerlerde sürünüyordu ve devlet hazineleri bomboştu.
Bir devletin ihtişamı vatandaşlarının refahı ve mutluluğuyla ölçülür. Selçuklu ve Osmanlı devletleri döneminde halk devlete karşı yüzlerce kez isyan etmiştir. Bunları öğrenmek için biraz toplumsal tarih ve ekonomi tarihi bilmek gerekiyor!
Dileriz ki Cumhuriyetimizin yazgısı bu iki devletin yazgısına benzemez!
Yorum Gönder