‘Başkanlık sistemi’ni referanduma sunma yanlışı!

Başkanlık sistemi konusunda olup biten ile “referandum” için yapılmış olanlar arasında büyük benzerlik olduğu artık görülüyor.. Her demokratik ülkede yapılan ve yapılması gereken şekilde yeni anayasayı enine boyuna tartışmak üzere çalışmak için kurulan Meclis Uzlaşma Komisyonu’nda “Türkiye’ye uymayacağı bilinen” başkanlık sisteminde uzlaşma ortaya çıkmayınca Başbakan Erdoğan “Uzlaşma Komisyonu karar mercii değildir, uzlaşma olmazsa biz kendi anayasa taslağımızı getiririz, gerekirse referanduma gideriz” deyiverdi..
Neredeyse bir ömür boyu girmek için uğraştığımız AB’ye bile sırtımızı dönebileceğimizi gösteren tehditler savurduğumuza göre bunun da yapılacağına, 73 milyon insanın hayatını ilgilendiren anayasa için de “kestirme yol” bulunacağına, “başkanlık sistemi”nin mevcut şartlarda ülkeye ne zararlar vereceğini “yeterli hukuk ve karşılaştırma” bilgisi olmadığı için anlamayacak milyonlarca insana oy kullandırılacağına şüphe yok artık..

YARGI’DA YAPILAN GİBİ..

Referandum öncesinde insanlara “darbe ve muhtıralarla hesaplaşılacağı” söylendi, hatta “yeni anayasada da ortaya çıkacak olan” aynı hukukçular yardımıyla neredeyse beyin yıkama yapar gibi tekrarlandı.. Referandumdan hemen sonra ortadan kaybolan AYM Raportörü Osman Can bile siyasi aktör kesildi.. Sonra ne oldu?
Bir sürü konuşma, haber, “hesaplaşılıyor” havasında iddialar üzerine “darbe planlıyordunuz” diye yüzlerce asker cezaevine tıkılırken söz edilen dönemin (2003) Genelkurmay Başkanı, Kara Kuvvetleri Komutanı bir kenarda tutuldu.. Gençlerin idam edildiği, on binlerce kişinin işkence gördüğü, hükümetin düşürüldüğü 12 Eylül darbesini yapan ve “yine yapardım” diyen Evren’e, gerçek bir muhtıranın; 27 Nisan muhtırasının sahibi Büyükanıt’a dokunulmadı..

Ama o referandumun asıl nedeni olan “yargının ve yüksek yargının” tümüyle siyasallaşmasını, iktidar yönetimine girmesini sağlayan değişikliklerin tamamı “HSYK’dan Anayasa Mahkemesi’ne kadar” yapıldı.. Şimdi de toplumu inandırmak, “başkanlık sistemi”ni gerçekleştirmek için kimbilir nasıl bir “REFERANDUM PAKETİ” hazırlanacaktır kimbilir..

KUVVETLER BİRLİĞİ İSTENİYOR!

Referandumda yapılan da yetmemiş olacak ki hala “kuvvetler ayrılığı”ndan şikayet ediliyor, “yargının müdahalesinden rahatsızlık duyulduğu” söyleniyor.. Hiçbir hukuki denetimin olmadığı bir hükümetin ülke yönetimi nasıl olur o da denenecek demek ki.. Biz yine de bazı bilgiler vermeye devam edelim..
Pazartesi günü Başbakan Erdoğan’ın “Kuvvetler ayrılığı”nın zararlarından, “üçüncü kuvvet olan yargı”nın yasama ve yürütmeye müdahale ettiği zamanlar olduğundan söz ettiği konuşması ile ilgili görüşlerimi yazmıştım, devam ediyorum.. Bana göre bu konuşmaların hepsi de getirilmek istenen ve aslında getirilmesine çoktan karar verilmiş olan “başkanlık sistemi” ile beraber “kuvvetler ayrılığı” yerine de “kuvvetler birliği”ni getirme isteğiyle yapılıyor ama bunu zaman gösterecek. Zira Türkiye için başkanlık sistemi ne kadar yanlışsa, bir hukuk devleti için de “kuvvetler birliği” yani “yargının yasama ve yürütmeyi denetlemediği, üçünün tek elde toplandığı” sistem o kadar yanlıştır.

Aslına bakarsanız, kuvvetler birliği tüm demokratik-hukuk devletleri için yanlıştır, kuvvetler ayrılığı (Cumhurbaşkanı Gül’ün de söylediği gibi) demokrasinin “olmazsa olmaz”ıdır. Erdoğan’ın verdiği “Atatürk de kuvvetler birliğini tercih etmişti” örneği ise “Kurtuluş Savaşı’ndan sonra demokratik sistem oturana kadar parlamentonun zaman kaybetmemesi için geçici olarak başvurulması” nedeniyle yanlış bir örnektir. (Bu örnekleri danışmanlar mı buluyor, anlamıyorum, gerçekten!)

‘HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ’ NEDİR Kİ?

“Hukukun üstünlüğü”, hukuka “yasama ve yürütme” yani parlamento ve hükümet üyeleri dahil herkesin uyması gerektiğini, herkesin yargı tarafından denetleneceğini anlatır. Geçen yazım ‘Anayasa Mahkemesi’nin kuruluş nedeni tam da budur; yasama ve yürütmeyi denetlemek’ diye bitiyordu ki bu bir anlamda Başbakan Erdoğan’ın şikayet ettiği “yargının müdahalesi” anlamına geliyor.
Bu nedenle Anayasa hukukçuları “Hitler’in arkasında onu denetleyebilecek bir anayasa mahkemesi olsaydı, yarattığı felaket önlenebilirdi” derler. Zaten anayasa mahkemelerinin kurulması da Hitler’in “arkasında parlamento olmasına rağmen” yaptıkları görülünce düşünülmüştür bildiğimiz kadarıyla.
Ama tabii bunların hepsi “ideal şartların korunduğu” memleketler için geçerli.. Zaten HSYK’dan Anayasa Mahkemesi’ne ve diğer yüksek mahkemelere kadar hepsinin siyasallaştığı, üyelerinin iktidar tarafından seçilip kontrol edilir hale geldiği ülkeler için bu açıklamalar bile gereksiz, ben ne anlatıyorum ki?

BDP MİLLETVEKİLİ NASIL SEÇİLDİ?

Cezaevindeki milletvekilleri konusunda Başbakan Erdoğan’ın “yargı kararına saygılı olmalıyız, onlar içerdeyken seçildiler, bugün yol açılırsa yarın başkaları da aday olur” sözleri üzerine ise bazı yorumcu okurlar şunu sormuşlar; “Sabahat Tuncel seçildiğinde hapiste değil miydi?”
Elbette Tuncel örneği yargının duruma göre, şartlara göre, keyfi karar verdiğini gösteriyor ama en önemlisi; nedir yani arkadan Öcalan da aynı yolu dener diye o milletvekilleri hapisten çıkamayacak mı?
Ortada “gözle görülür bir eylem olmadığı halde”, işlenmiş bir suç ve o suçun somut mağdurları olmadığı halde, “şunu söyledin, bunu yazdın, o seminere katıldın” diye ve “imzasız mektuplar, iddialarla” tutuklanmış insanlar 30 bin kişinin ölümünden sorumlu bir terör örgütü lideriyle aynı kefeye mi konacaklar?
Hukuk, adalet bu değil herhalde!

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget