Kur’an’ın surelerinden biri de Tekâsür adını taşıyor.
Tekâsür, ‘çoklukla övünme yarışına girmek’ anlamında. Kur’an, tekâsürün, insan hayatında daha çok mal ve insan çokluğuyla övünme şeklinde belirdiğini gösteriyor.
Çoklukla övünme, niteliğe karşı niceliği yani, öze karşı şekil ve kütleyi öne çıkarmaktır ki, Kur’an bunu aldanışın, çöküşün habercisi sayar. Servetten ibadete kadar bütün alanlarda sayı çokluğuyla övünmenin birey ve toplumu, yıkımın kucağına ittiğini kabul ve ilan, Kur’an’ın ve Hz. Muhammed’in temel tavırlarıdır.
Tekâsür suresi bize, insan sayısının çokluğunu bir üstünlük sebebi sayan iki Arap kabilesinin zavallılığını örnekleştirerek, ölümsüz bir ders vermektedir. Bu iki kabile, insan sayısı bakımından çok oldukları iddiasını birbirlerine karşı öne sürmekle başlattıkları kavgayı iyice kızıştırmış, nihayet ölülerini de saymaya başlamışlar ve böylece kavga mezarlığa götürülmüştür. Esrarlı Kur’an dili bunu şu şekilde ifadeye koyuyor:
“Oyalayıp aldattı, o çokluk kuruntusu sizleri. Öyle ki, ölüleri saymak üzere ziyaret ettiniz kabirleri. İş, sandığınız gibi değil, ilerde bileceksiniz bilinecekleri…”
İki görünümü vardır kemiklere sığınmanın: Övme görünümü, yerme görünümü.
Övme görünümünde, ölüp gitmiş kişi veya kişilerin, üretilemeyen güzellik ve iyiliklerin yerine ortaya sürüldüklerini görürüz: “Benim babam, benim ecdadım şuydu, buydu. Ben, falan babanın, filan ırkın çocuğuyum…” teraneleri bu çaresizliğin ifade şekillerinden bazılarıdır.
Görünüm ister bireysel planda, ister sosyal planda olsun, Kur’an’ın buna cevabı şudur: Baban, ecdadın peygamber bile olsa, eğer sen bir şey üretemiyorsan, hiçlik ve hüsrandan kurtulamazsın.
Soya tapma, ataları ilahlaştırma ve kutsanan kemiklerin arkasına saklanma, Kur’an’a göre putperestliğin niteliklerindendir.
Yaratıcı dehadan yoksun bireylerin, yaratıcı ruhlardan yoksun toplumların eskiye sığınışlarına hayat gerçeğinin verdiği yanıt şudur: Kendi elinle ürettiğin, kendi ruhunla yarattığın bir şey varsa, göster. Yoksa, olduğun yere çömel ve sus!...
Kemiklerle uğraşmanın yerme görünümü ise eksiklik ve cüceliği kemiklere yükleme şeklinde ortaya çıkar. Zavallı benlikler, başarısızlıklarını, kendilerini savunamaz duruma gelmiş kişilerin mezarlarına yüklemeyi, en geçerli yol bilirler. İslam Peygamberi, ölülerin arkasından çirkin şeyler söylemeyi yasaklayarak, üzerinde olduğumuz evrensel ilkeyi çok yalın bir nezaket kuralı içinde göstermiştir.
İSLAM DÜNYASININ TALİHSİZLİĞİ
Kemiklere sığınma talihsizliğinin en tipik belirişlerini, ne yazık ki, günümüz İslam dünyasında görmekteyiz. Ülkemizin de, ilk sıralarında yer aldığı bir dizi topluluk, yaratıcı hamlelere beşiklik yapacak büyük beyinler yetiştirmenin sırlarını aramak ve çilesini çekmek yerine, geçmişin, başkaları tarafından tarihe bırakılmış değerlerini zavallı bir bezirgânlıkla sömürme açıkgözlülüğünden bir şeyler beklemekte. Bu ülkelerdeki, kitleleri coşturma, avutma ve susturmanın yolu her şeyden önce, hararetli ‘ecdat ve mazi övme’ nutuklarından geçiyor. Ve hayat, bu ülkelere sürekli şunu soruyor: Peki, siz ne yapıyorsunuz?
Oluş ve eriş hiç kimsenin kazanılmış hakkı değildir. Her insan, ölümsüzleşmeye, sadece potansiyel olarak adaydır. Bunu, fiile çevirmek, benliğin sarfedeceği öz gayrete bağlı bulunuyor.
Kemiklerle uğraşmaya harcanan ümit ve enerjileri kendimizi tanımaya ve oluşun çileli yolunu yürümeye harcadığımızda talih ufkumuz aydınlanacaktır.
Yorum Gönder