Köy Enstitüleri; antiemperyalist, feodaliteye karşıt, halkçı-devletçi ve
devrimci Cumhuriyet felsefesini temsil ediyorlardı. Onun için de
karşıdevrimci bir süreç, ilk fırsatta aydınlanma öğesi enstitüleri
tasfiye etti.
Bu ülkenin yüzyıllardır en büyük sorunu;
“hurafe ve safsatalarla” uğraşmak zorunda kalmasıdır. Cumhuriyetin
kuruluşuyla birlikte, bir taraftan devrimsel süreç yaşanırken öbür
yandan “Terakkiperver Cumhuriyet” ve “Serbest” fırkalarının, halkı
olumsuz yönde etkileyen karşıdevrimci siyasetleri etrafındaki
kümeleşmeler saptanmıştır. Ama devrimci rejim, kümeleşmelerin
eylemselliğe erişememesi için gereken siyasal ve hukuksal yanıtları
vermekte asla gecikmemiştir.
İlerici ve toplumcu bir görüş; kamu
yararına dayalı bir sistemi oturtmaya çalışırken zıtlıklarla
uğraştırılmıştır. Devrimci kararlılık, aydınlanma karşıtlarına yol
vermezken fırsat arayışları içindeki karanlık direnç, uygun zamanı
sabırsızlıkla beklemiştir. 14 Mayıs 1950 sonrasında amaca ulaşılarak;
ceberut karakterli ve Kemalist aydınlanmayı yadsıyan siyasal iktidarlar
serisi gün yüzüne çıkmıştır.
Bir saptama:
Devrimci rejim,
halkın ülkeye adanmış yurttaşlık bilincine erişebileceğini kavramıştır.
Yurttaşlık sorumluluğunun da ancak bilimsel düşünüşten geçtiğini
görmüştür. Onun için eğitimin, çağcıllık dışı her türlü yanlışlıktan
arındırılması, kesin erek sayılmıştır. İşte Köy Enstitüleri, toplumsal
yenileşmenin ufuklarını gözeten bu gereksinimden doğmuştur.
Köy
Enstitüleri nedir? Bilgi ve eylem birliği içinde ülke ve ulusuna bağlı
kuşakların; teknolojiye uzanan somut eğitim düzeninde, kendi toprağına
bağlı yurtsever eğitimcileri yetiştirme seferberliğidir. Bu isabetli
planlama sonunda, bilimsel çağcıllık ışığında ülke gerçeklerini tanıyan
ve çare arayan halk önderlerinin kalkınmada ödevli kılınması
düşünülmüştür.
Köy Enstitüleri, ilerici ve toplumcu oluşumun
filizleri olarak belirince, sinmiş görünen karşıdevrimcilerin
kıpırdanışına tanık olunmuştur. Öyle ya; toprak bilimle uyanacak,
makineleşme başlayacak ve geniş halk kitlesi, aydınlanma devrimine
inanmış insanlarla güçlenecekti. Varlığına güvenen bir ulusun, kendi
insan kaynakları üzerindeki yükselişi yerleşecekti. İşte bu gelişme,
karşıdevrim öbeklerini alabildiğince korkutmuştur.
Köy
Enstitülerinin yetkin isimlerinden İsmail Hakkı Tonguç; “İnönü,
okulların sayısını 60’tan yukarıya çıkarmayı önerdiğinde Milli Eğitim
Bakanı Yücel’le, böylesine bir hızla yapılacak sayısal kurumlaşmanın
olanaksız olduğunu sanmıştık” der ve içtenlikle hayıflanır. Ama
sonrasında bırakınız artışı, 1946’lı yılları izleyen devrede Köy
Enstitüleri; hem kurucu iktidarın içinde beliren ve hem de muhalefet
partilerinin yekpare olumsuzluklarıyla yüklenen saldırılarla
karşılaştılar.
Köy Enstitüleri kalsaydı ne olurdu? Sayıları
artarak kurumlaşsalardı, çok şeyler başka türlü olurdu. Örneğin; toprak
reformuna karşı çıktıkları için dönemin siyasal iktidarınca dışlananlar,
parti kurup; az topraklı, topraksız köylü tarafından 14 Mayıs 1950
tarihinde işbaşına getirilemezlerdi. Karşıdevrimcilere, iktidar yolu
açılmazdı. Köy Enstitüleri kalsaydı; tam bağımsızlık ve antiemperyalist
bir çizgi, ülkenin kuruluş amacına uygun temeli besleyecek etken
olacaktı. Sadece teoride değil, uygulamada da ülke sorunlarının tümüne
el atmış kuşaklar yetişecekti. Köy Enstitüleri kalsaydı; köylerinden
koparak kentlerin işsiz varoşlarını dolduran çilekeşler değil,
köykentler oluşacaktı. Devrimci aydınlanmadan asla sapılmayacaktı. Köy
Enstitülerinde uyanan sosyal bilinç, ülke geleceğini en gerçekçi
demokratik boyutlara hazırlayıp, taşıyacaktı. Köy Enstitüleri;
emperyalizmi yadsıyan devrimci duruşun, halktan yana eğitimciler
yetiştirerek yerleşmesini temsil ediyorlardı. Kapatılmasalardı; içteki
feodaliteye ve dış sömürüye karşıt, yurt topraklarına sahip çıkan
yaklaşımın onurlu kurumları olurlardı.
Köy Enstitüleri,
karşıdevrime tutsak iktidarlarca kapatıldılar. Kemalist aydınlanma
düşmanları, ülke zararına bir yenginin utkusunu geniş ve çökertici
adımlarla günümüze doğru sürdürdüler.
Sonuç:
Ulus
aydınlanmasını, ülke kalkınması sayanlar, Köy Enstitülerinin; anlam,
işlev ve değerinin günümüzde de bitmediği kanısındadırlar. Bu görüş
haklı, tutarlı ve aynı zamanda da demokratik devrimci bir işlev
gerektiren bir sorumluluktur.
18 Nisan 2011/Cumhuriyet
Yorum Gönder