Cumhuriyet Kitapları’ndan, yüreği insan ve
yurt sevgisiyle dolu sevgili kardeşim Ahmet, F Tipi
Film’e gitmiş; düşüncelerini, duygularını
şöyle anlatıyor son mektubunda:
“Çok hapishane filmi izledim. F Tipi
Film kadar gerçekçi, çarpıcı ve sarsan bir film izlediğimi hatırlamıyorum.
Filmin başladığı ilk anda bütün salon hopladı.
‘Güüüümmm’ diye bir ses. Kapı
sesi... İnsanın yüreği ağzına geliyor.
Film, içerinin insanı delirtecek boyutunu çok iyi anlatıyor. Ama filmi iyi
yapan bu değil. Bu film, dışarının boyun borcunun içeriden çok daha ağır
olmasını da anlatmış.
Elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz, biliyorsun. Acaba az mı yapıyoruz
diye düşündüğüm oldu. Hatta bir ara ciddi ciddi kafaya koymuştum. Sizin yaşam
koşullarınız neyse, dışarıda aynı şartlarda bir yaşama
başlayacaktım. A’dan Z’ye... Madem sizi tecritten ve
betonlar içinden kurtaramıyoruz, biz de sizin gibi yaşayalım dediğim o kadar çok
zaman oldu ki...
Ama bu çözüm değil...
Bize kalan, bu F tipi dramın içinde bu enkaz sonrası ülkeyi yeniden kurmak
olacak. O günleri birlikte yaşayacağız...”
***
Ahmet’in 4 sayfalık mektubundan ancak bazı
satırları aktarabildim.
F Tipi Film’i Grup Yorum
tasarlamış, Aydın Bulut, Barış Pirhasan, Ezel Akay,
Hüseyin Karabey, Mehmet İlker Altınay, Reis Çelik, Sırrı Süreyya Önder, Vedat
Özdemir yönetmenliği üstlenmişler.
Türkiye’de uzun süredir tartışılan cezaevleri
gerçeğinin sanatın, sinemanın konusu olması sorunun anlatılmasında,
anlaşılmasında, çözümünde çok önemli bir ivmedir.
Sorunun Meclis’e ve kamuoyuna taşınmasında
CHP Malatya Milletvekili Veli Ağbaba, Manisa Milletvekili
Özgür Özel, Muğla Milletvekili Nurettin
Demir ciddi çaba harcadılar. Bir yılı aşkın süreyle 40 cezaevinde
onlarca tutuklu ve hükümlüyle görüştüler. Hazırladıkları rapordan kimi kesitler
25 Aralık’ta Cumhuriyet’te
yayımlandı.
Milletvekillerinin gözlemleri, önümüzdeki dönemlerde daha çok F Tipi
Film benzeri filmlerin çekileceğini gösteriyor. Bu değerlendirmeyi biz de yeri
geldikçe bu sütunda dile getirmiştik.
Cezaevleri, Türkiye’deki adaletsizliğin,
hukuksuzluğun, giderek otoriterleşen, baskıcı, tek kaygısı kendi iktidarının
güvenliği olan bir yönetim anlayışının sonucu.
Özetle bir neden değil, sonuç.
Türkiye’de cezaevi tipleri F, L, E, M, T, K
gibi harflerle adlandırılıyor. Harflerin şekline benzer yapılar isimlendirmede
etken olmuş. Örneğin Tekirdağ F Tipi, Silivri L Tipi. Bu cezaevlerinin tanımında
bir de şu sıfat var:
Yüksek güvenlikli!
Ankara’nın cezaevlerine temel bakışı bu
olmuş; güvenlik. Ama bu insanların güvenliği değil, onların
“kaçmamasını”, birbiriyle temas dahi kurmamasını öngören
tecrit edici bir “güvenlik”!
İnsan unsuru ikinci plana atılmış, yüksek güvenlik başlıca kaygı olmuş.
Tutuklu ve hükümlülerden birinci derecede sorumlu olan yerel yöneticiler, insan
unsurunu dikkate alan adımlar atsalar da önlerinde mevzuat var. Örneğin bir gram
toprak yok. İçeriye toprak ve topraklı bir şey sokmak da yasak. Bir saksı çiçek
dahi.
Bugünkü iktidarın 10 yılıyla Cumhuriyet’in
ilk 10 yılı karşılaştırılınca şu söylenebilir:
İlk 10 yılda ülke demir ağlarla örüldü, son 10 yılda demir
parmaklıklarla.
Bu iktidarın yaptığı en büyük salon, duruşma salonu. Yakında Silivri
Cezaevi kampusu içinde iktidarın hizmetine girecek.
Bu iktidar yargıyı da cezaevinin, cezalandırmanın bir parçası haline
getirdi. Artık Türkiye’de, ömür boyu ağırlaştırılmış
yargılama cezası var.
***
Sevgili Ahmet’in mektubu tüm ülkenin baştan
başa bir cezaevi haline geldiğini ortaya koyuyor.
Yapılması gereken bu tabloya kahretmekten çok, mücadele etmek.
13 Aralık bir mücadeledir, film bir mücadele, koşullar ne olursa olsun
hapisten sağlam ve güçlenerek çıkmayı hedeflemek bir mücadele, adaletsizlik
zulmüne hayır demek için her zemini kullanmak bir mücadele...
Türkiye’yi cezaevinden bu mücadele ruhu
kurtaracak.
Cezaevleri gerçeği acıyı kurtuluşa, tecriti halkla buluşmaya
çevirecek.
Yorum Gönder