Bu yazının adını “Bilmediğini Bilmemek” koyacaktım ama “Ne Vesâyet ne de Hacr”
günün anlam ve önemine daha uygun bir başlık. Arapça “Vesâyet”
(Vasîlik) sözcüğü, “Askerî Vesâyet” ve “Askerin Vesâyeti” kalıpları
içinde yıllardır kullanılıyor. Anlamını bilen de bilmeyen de bilmediğini
bilmiyor.
Arapça “Hacr” sözcüğü ise ilk kez gündeme geliyor.
***
Vasî: Bir yetimin ya da akılca zayıf birinin malını, mülkünü
yöneten kimse. Ölen birinin vasiyetini yerine getiren kimse.
Vasiyyet: Bir kimsenin öldükten sonra yapılmasını istediği
şey.
Vesâyet: Vasîlik, vasîlik yapma.
Buna göre ortada bir yetimlik ya da vasiyet durumu olmadan vesâyet mümkün
değil.
***
Hacr (Hacir): Kısıt, kısıtlılık, hacir altına almak.
Mahcur: Kısıtlanmış, kısıt altına alınış, hacir (hacr)
altına alınmış. Hacz olunmuş, haciz altına alınmış.
Kısıtlamak: Önceden verilmiş hakların kaldırılması; bir
kimsenin haklarını, özgürlüğünü, mallarını kullanmasını yasal yolla
yasaklamak.
Kuşkusuz kısıtlama yasal olmayan yollarla da yapılır, yapılıyor.
Manzara tasviri
Buraya kadar vaktinizi bir manzaranın tasvirini yapabilmek için aldım. Şimdi,
Başbakan R.T.Erdoğan’ın salı günkü yazımda ele aldığım cümlesini
anımsayalım:
“Şehir hastaneleri projesi de yargı ve bürokratik oligarşi nedeniyle
hayata geçirilemedi…Bürokratik oligarşi ve yargı bunlara takılıp kalıyor
Dışarıdan bakan ’326 tane milletvekiliniz var, gene mi bahane’ diyor, ama işte
bu kuvvetler ayrılığı denilen olay var ya o geliyor sizin önünde bir engel
olarak dikiliyor.” (Milliyet, 18,12,12)
Gerçek demokrasinin göstergesi olan “kuvvetler ayrılığı” ilkesine karşı olan,
onu istemeyen bir Başbakan, Kuvvetler ayrılığı yoksa, bu ayrılıktan yürütme
organı olan hükümet rahatsız ise, artık ne yasamanın (TBMM) ne de yargının
herhangi bir anlamı vardır. İktidar artık kişiselleşmiş, diktatorya olmuştur.
Artık kuvvetler birliği rejimi söz konusudur.
“Kuvvetler Birliği rejimi, yasama ya da yürütme organlarının birinin
devlet yetkilerine sahip olmasını ifade eder. Kuvvetler birliği yürütme lehine
olabileceği gibi yasama lehine de olabilir. Kuvvetlerin yürütmede birleşmesi de
‘konvansiyonel’ ya da ‘meclis hükümeti’ rejimine yol açmaktadır.” (Erdoğan
Teziç, Anayasa Hukuku, s.414)
Milli Mücadeleyi yapıp yönetenin Büyük Millet Meclisi Hükümeti olduğunu
anımsayalım. Ancak, o olağanüstü dönemde bir kurtuluş savaşı yapılıyordu. Şimdi
nasıl bir olağanüstü durum var ki yürütme (hükümet) lehine bir kuvvetler birliği
isteniyor.
Böyle bir durumda, böyle bir yozlaşmaya, Yasama ve Yürütme erklerini
denetlemek ve iktidarlarını sınırlandırmakla yasal görevli olan Yargı’nın hemen
itiraz etmesi gerekmez mi? Yürütme’nin başı Başbakan’ın ağzından Yargı hacir
altına alınmıyor mu, kısıtlanmıyor mu? Kuvvetler ayrılığı rejimine karşı darbe
yapılmıyor mu?
Aynı şey Yasama’ya karşı yapılmıyor mu? Yürütme (hükümet), Yasama’yı (TBMM)
hacir altına almıyor mu?
öyle bir durumda AKP’nin parti içinde ayağa kalkması, Başbakan hakkında
soruşturma açması gerekmez mi? TBMM’nin, Başbakan’ın hükümetini diktatörlüğe
özendirdiği için düşürmesi gerekmez mi?
Gerekir ama…
Gerekir ama, Adalet Bakanı Sadullah Ergin gerçeği tevil yoluna gidiyor ve
“Anayasamızın belirlediği şekilde idari yargının denetim sınırları hukukilik
denetimidir. Ama zaman zaman yerindelik denetimi yapıldığına dair şikayetler
yapılmıştır. İdari yargının ve Danıştay’ın, idare mahkemelerinin hukuki
denetimine dönük herhangi bir şey söyleme durumumuz yok. Ama öyle anlar geliyor
ki yerindelik anlamına gelen kararları veriyorlar. Başbakanımızın da, zaman
zaman bizlerin de itiraz ettiğimiz husus budur” (Milliyet, 18.12.12) diyor.
“…ama işte bu kuvvetler ayrılığı denilen olay var ya o geliyor sizin
önünde bir engel olarak dikiliyor”ın tercümesi mi bu açıklama. Başbakan
yargının zaman zaman yetkisini aşmasına (?) değil yargı yetkisinin özüne itiraz
ediyor. Yargı’yı hacir altına almak; Yargı’yı haciz altına almak; yargıyı
kendisine memur yapmak istiyor.
Böyle bir durumda Adalet Bakanı’nın bakanlığı da tehdit altındadır. Ama o
farkında bile değil. Çünkü milletvekili seçildiğinden bu yana hacir altında,
biat etmiş durumda. Çünkü Başbakan ile kendisi arasındaki ilişki demokratik bir
ilişki değil şeyh ve mürit arasındaki biat bağımlılığı, biat tutsaklığı.
***
Peki, Sorbonne Üniversitesi’nde anayasa hukuku dalında çalışmalar yapan,
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı Başkanlığı
makamına oturmuş, TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Prof.Dr.Burhan Kuzu’ya ne
demeli?
“Başbakan’ın kuvvetler ayrılığından rahatsızlığı yok, buna
uyulmamasından rahatsızlığı var. Onu anlatmak istedi aslında” diyerek
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını budala yerine koyuyor. Daha sonra, tevilini
güçlendirmek için, Marmaray yapımı sırasında ortaya çıkan iskeletlere
saldırıyor. Başbakan da “Çanak-çömlek!” demişti.
Hadi Adalet Bakanı Sadullah Ergin mazur görülsün. Peki koskoca Anayasa Hukuku
Profesörü Burhan Kuzu’ya ne demeli? Başta Erdoğan Teziç olmak üzere
meslektaşlarının yüzüne nasıl bakacak?
Vaziyetin durumu
Liberalciler ve müflis solcular Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan
oldular: Askerin vesayetinden kurtulmak isterken yürütmenin hacir ve hacizi
altına girdiler. Asker, zart zurt edip kışlasına geri çekiliyordu. Ama Tanrı’yı,
Peygamber’i ve İslam’ı haciz ve haciz altına alan AKP iktidarı, şimdi cumhuriyet
ve demokrasiyi haciz ve haciz altına alıyor. Bakalım şimdi ne yapacaklar?
Yorum Gönder