Köprü tartışması, 22 Ekim 1983 gecesi tek kanallı televizyondaki
tartışma programında, ilk kez kamuoyu önünde yapıldığında, Boğaziçi Köprüsü daha
10 yıldır hizmet vermekteydi ve Fatih Sultan Mehmet Köprüsü henüz mevcut
değildi.
Günümüze kadar gelen, daha nerelere kadar gideceği henüz belli olmayan
12 Eylül darbesiyle başlayan dönemin askeri bölümü sona ermekte, 12 Eylül
darbesinin ekonomik politikasının yürütücüsü Özal
iktidarına doğru yol alınmaktaydı.
Darbeciler, henüz işin içyüzünü tam anlamıyla
kavramamışlardı.
Ama darbeyi yaptıranlar, 12 Eylül’ün sivil
devamının kim olacağını biliyorlardı.
Bu kişi 24 Ocak Kararları’nın mimarı,
darbenin ekonomik politikasını yönetmekle görevlendirilen, bir süre sonra istifa
edip ANAP’ı kuran Turgut
Özal’dı.
Bir şeyin farkında olmayan Evren,
Özal’ı veto etmeye kalkışınca, ipleri ellerinde
tutanlar, Evren’e esas oğlanın kendisi olmayıp o
olduğunu söylediler de veto kalktı.
22 Ekim günü, kendi iktidar yolunun taşlarını döşemekte olan Özal,
TV’deki açık oturumda
“köprüyü satacağını”
söylüyor, icazetli sosyal demokrat Halkçı
Parti’nin lideri Necdet Calp
ise elini masaya vurarak karşı çıkıyordu:
- Sattırmam efendim sattırmam, satamazsınız!
***
Köprü tartışması kamuoyu önünde bundan 29 yıl önce böyle cereyan
etti.
24 Ocak Kararları’nın ve 12 Eylül ekonomik
politikasının mimarı Özal, ekonomiyi ve rejimi
“Özallaştırma” sürecini,
kurduğu ANAP’ın başında, oyların yüzde
45’ini alarak iktidara geldiği 6 Kasım 1983
seçimlerinin hemen ertesinde başlattı.
Özallaştırma sürecinin özelliği şuydu: Ekonomik değerler ve işletmeler,
uysa da uymasa da, ne pahasına olursa olsun, özelleştirilecek, lider
sultalı “demokrasi!”,
“Anayasa bir kere delinmekle bir şey olmaz”
denilerek, sivil görüntü altında, ama 12 Eylül anayasası bile
çiğnenerek, yasaklar kaldırılmadan sürdürülecekti.
Özal’ın, ne varsa satıp savma tutkusunun kapsamına Boğaz Köprüsü de
giriyordu. Askerlerden icazetli, Halkçı Parti lideri Necdet Calp
ise buna karşı çıkıyor, sattırmam diyerek yumruğunu masaya
vuruyordu.
Devri Özal’da ne keyfi ve hiçbir rasyonelliği
olmayan özelleştirmeler engellenebildi ne de Özallaştırma...
Yalnızca, siyasi liderlerin yasakları,
Özal’ın baştaki direnmelerine karşın, kamuoyundan
gelen baskıyla 6 Eylül 1987 referandumu sonucunda kaldırıldı ve bir de
Calp’ın sattırmam dediği Boğaz Köprüsü
satılmadı.
***
Ama Calp’ın sattırmam restinin hükmü ancak 29
yıl sürdü.
Necdet Bey’in elini masaya vurmasından 29 yıl
sonra Boğaziçi Köprüsü, yanına Fatih Sultan Mehmet Köprüsü ve otoyollar da
eklenerek 12 Eylül rejiminin öbür sivil sürdürücüsü Tayyip Erdoğan
tarafından “paşalar gibi
satıldı”.
Köprü ve otoyolların 25 yıllık gelirlerinin, geçen hafta özel kuruluşa
devredilmesinin özelleştirme bile olmayıp, bütçe gelirlerinin bir bölümünün özel
kurumlara bedel karşısında devredilmesi anlamına gelen bir imtiyaz veya iltizam
olarak yorumlanabileceği üzerinde yeterince duruldu.
Yine aynı şekilde, Erdoğan ekonomisinin
eldekini satıp savarak, bütçe gelirlerinin yağmalanmasına göz yumarak ayakta
durmaya çalışmasının, ülkeyi nasıl bir geleceğe sürüklemekte olduğu da
belirtildi.
Burada özellikle üzerinde durmak istediğim husus, 12 Eylül darbesinin
ana fikrinin ve politikasının halen sivil giysi, ama aynı demir yumruk
yöntemiyle sürmekte olduğu.
Özal’ın bile çok istediği halde satmayı
beceremediği “Köprü”nün 2012
çıkarken satılması, Evren’in bile sahip olamadığı
ölçüde yargı üstünde bir iktidar denetiminin 12 Eylül 2010 referandumuyla
sağlanması hep bu olgunun çarpıcı göstergeleridir.
Köprüye iyi bakın! 12 Eylül felsefesinin sürdüğünü bir kez daha
göreceksiniz.
Yorum Gönder