Türkiye’de gericilikle mücadele etmek artık yasak! Adım adım
kurulan gerici-faşizan diktatörlük bunu yasaklamış bulunuyor. Arka arkaya gelen
soruşturmalar, Ergenekon, Balyoz ve 28 Şubat davaları aracılığıyla oluşturulan
içtihat bu anlama geliyor.
Bilindiği gibi, 28 Şubat 1997 tarihli MGK
toplantısında alınan kararlardan hareketle siyaset terminolojisine bir “28 Şubat
Süreci” kavramı girdi. Bu kavram üzerinden yeni muhafazakâr bir “edebiyat” da
oluşturuldu. Böylece tükenmeyen bir tartışma konusu olarak “28 Şubat Süreci”
yeni rejimin kuruluş gerekçesi haline getirildi. Öyle ki, AKP’nin önerisiyle
kurulan “Meclis Darbeleri ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu” bile 12 Mart 1971
ve 12 Eylül 1980 gibi açık askeri darbeleri araştırmak yerine, yalnızca bu
konuyu soruşturdu.
Komisyon, bütün itirazlara karşın neredeyse
mesaisinin tamamını 28 Şubat’ın “darbe” olduğunu ispatlamaya ayırdı. Darbe
Komisyonu’nun hazırladığı ve önceki hafta Meclis Başkanlığı’na sunduğu rapor,
Özel Görevli Silivri Mahkemeleri tarafından da dava dosyasına konulmak üzere
istendi. Bu nedenle, daha önce de çeşitli vesilelerle üzerinde durduğum 28 Şubat
konusuna bir kez daha yakından bakmakta ve incelemekte yarar
var.
***
Türkiye Soğuk Savaş kurbanı bir ülkedir.
Sosyalist Bloka ve yerel sol hareketlere karşı geliştirilen “Yeşil Kuşak”
projesi beklenen tarihsel sonuçlarını yarattı. Solun önünü kesmek için
ılımlısından radikaline kadar bütün eğilimleriyle desteklenen İslamcı gericilik,
artık kendilerini büyüten gücü tasfiye etmeye başladı.
Afganistan’da
Taliban’ı yaratanlar, Ortaçağ artığı Suudi rejimini ve Körfez emirliklerini
ayakta tutanlar, Pakistan ve Mısır’da aydınlanma sürecini kesintiye uğratarak bu
ülkeleri siyasal İslam’a teslim edenler; bu geniş coğrafyanın zenginliklerini
sömürmek isteyen ABD ve Batılı ortaklarıdır. Bunun nedeni şudur; bugün küresel
sermaye bütün tarihsel, ideolojik, kültürel ve (hatta) hukuksal referanslarını
büyük ölçüde yitirerek, varlığını ve egemenliğini açıklama yeteneğini büyük
ölçüde kaybetmiştir. Dolayısıyla insan bilincini yeniden teslim alarak onu bir
önceki çağın zihniyet dünyasına iade etmeden bu ahlak dışı egemenlik
sürdürülemez hale gelmiştir. Türkiye, 1950’den sonra NATO ordusu haline gelen
TSK ve Cumhuriyet burjuvazisi tarafından Soğuk Savaş gericiliğine kurban
edilmiştir. Kendi solunu sürekli ve sistematik olarak tasfiye eden Cumhuriyet,
sonunda kendisi de tasfiye olarak
dönüşmüştür.
***
Bir ılımlı İslam rejimi kurmanın
tarihsel gerekçesini oluşturmak, onun ideolojik ve ahlaki arka planını kurmak
için İslamcı-muhafazakâr güçlerin bir mağduriyet söylemine ihtiyaçları vardı.
Sicillerini temizlemek istiyorlardı.
Çünkü 12 Mart ve 12 Eylül faşist
darbelerini destekleyen, Soğuk Savaş döneminde bütün Kontrgerilla
operasyonlarında rol alan İslamcıların sicili utanç vericiydi. İslamcıların
ABD’nin hizmetine girdikleri inkâr edilemeyecek kanıtlarla ortaya çıkmış,
üstelik bu durum bazı liderleri tarafından da itiraf edilmişti.
Durum
böyle olunca söz konusu çevrelerin topluma bir “mazlum” profili vermeleri, kendi
dar dinci programlarını bütün ulusun istemi olarak yeniden kurmaları
gerekiyordu. İşte 28 Şubat onlara bu olanağı sundu. Geliştirilen sahte
mağduriyet edebiyatı bu ihtiyacı karşıladı. Bu mağduriyet edebiyatı artık
bıktırdı. Oysa ortada gerçek anlamda ne bir darbe ne de mağduriyet vardı. Bir
siyasal durum olarak 28 Şubat’ın tarihsel anlamı çok başka
yerdeydi.
YENİDEN 28 ŞUBAT OLAYI
Esas olarak 28
Şubat, Türkiye’de Soğuk Savaş döneminin bitirilme girişimidir. Diğer NATO
ülkelerinden 6 yıllık bir sapmayla “ulusal tehdit” değerlendirmesini ve ülkenin
yönetim senaryosunu değiştirme çabasıdır.
Susurluk olayının aynı döneme
denk gelmesi, derin devlet örgütlenmesinde belli bir temizliğin yapılması, faili
meçhul cinayetlerin durması, Polis Özel Harekât biriminin dağıtılması tesadüf
değildir. Bir dönem için Türkiye’nin paralel anayasası diyebileceğimiz Milli
Güvenlik Siyaset Belgesi’nden komünizmin baş tehdit olmaktan çıkarılıp,
irticanın “bölücülükle” birlikte
öncelikli tehdit olarak değerlendirilmesinin
nedeni de budur.
Öyle ki, 28 Şubat döneminde yeniden düzenlenen belgede,
“irtica” gibi, “ırkçı milliyetçilik” de tehdit değerlendirmesi içine alınarak,
Soğuk Savaş dönemindeki “yasak ilişki” sonlandırılmak istenmiştir. O güne kadar
emperyalistlerin ve işbirlikçi iktidarların kanatları altında serpilen, korunup
kollanan, büyütülen ve sola karşı kullanılan İslamcıların 28 Şubat dönemindeki
feryatlarının nedeni bu ilişkinin koparılması
korkusudur.
***
Diğer taraftan TSK’nın 28 Şubat
döneminde sistematik bir baskı uyguladığı da gerçektir. Fakat bu baskı, bırakın
darbeyi, bir muhtıra düzeyine bile ulaşmamıştır. Ayırt edici özelliği şudur; söz
konusu dönemde her eylem ve işlem formel (biçimsel) hukuk içinde kalmış, yasal
çerçevenin dışına çıkılmamıştır. Örneğin Meclis açıktır. Hiçbir özel tutuklama
gerçekleşmemiştir. Siyasal davalar açılmamış, hapishaneler doldurulmamış,
gazeteler yasaklanmamış, dernekler, vakıflar kapatılmamıştır. Refah Partisi’nin
Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılması bile bu çerçevede değerlendirilebilir.
Çünkü o tarihe kadar çok sayıda sosyalist parti aynı
yöntemle
kapatılmıştır.
Necmettin Erbakan’ın liderliğindeki RP ile
Tansu Çiller yönetimindeki DYP koalisyon hükümeti, 28 Şubat 1997 tarihli MGK
toplantısından yaklaşık 5 ay sonra istifa etmişti. Üstelik Erbakan, Başbakanlığı
ortağı Tansu Çiller’e devretmek istemiş ve bu şartla istifa etmişti. Erbakan’ın
sözleri de ünlüdür; “Biz havada ikmal yapacağız” demişti.
Olan şudur;
dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Erbakan’ın istifası üzerine yeni
hükümeti kurma görevini Çiller’e vermemiş, böylece hükümet de düşmüştü. Siz hiç
kendisine karşı darbe yapılan bir hükümetin 5 ay daha görevde kaldığını gördünüz
mü? Oysa 28 Şubat, Cumhuriyetin başlangıç ilkelerine ve kuruluş varsayımlarına
geç kalmış bir dönüş girişimiydi. Yarım kalmış ve başarısızlıkla
sonuçlanmıştır.
Öte yandan 28 Şubat AKP’nin ve başta Fethullah Gülen
hareketi olmak üzere “ılımlı İslamcı” güçlerin önünü açtı. AKP’nin kuruluşu hem
askerler hem merkez medya hem de Batı ve ABD tarafından büyük bir hararetle
desteklendi. AKP, Büyük Ortadoğu Projesi’nin bir parçası, ılımlı İslam
siyasetinin taşıyıcı örgütü olarak tasarlandı. Olay bundan ibarettir.
Yorum Gönder