Türkiye’de “iktidar
hukuku”nun gölgesinde kalan önemli bir kavram
var:
Delil hukuku.
Hukuk biliminin gelişmesiyle birlikte
ortaya çıkan ana unsurlardan biri olan delil hukukunun anayasası
diyebileceğimiz cümle şudur:
“Bir kişiyi neyle suçluyorsanız, onun delilini orta koymak
zorundasınız; delil usule uygun elde edilmiş olmalı, hiçbir şüpheye yer
vermeyecek kadar kesin ve net olmalıdır.”
Bu anayasaya dayalı olarak delille ilgili herhangi bir şüphe varsa
bundan sanığın yararlanması ilke olarak benimsenmiştir.
Hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen deliller, bir kişinin suçlu
olduğunu kanıtlasa bile mahkemelerce çöp sepetine atılmıştır.
Geçen aylarda izlediğim bir cinayet filminin sonunda hâkim, sanıkla
ilgili kimi delillerin saklandığını, kimilerinin değiştirildiğini görünce şu
cümleyi kullanmıştı: “Bu durum cinayetten
daha vahimdir.”
***
Anayasa Mahkemesi’nin 19 Aralık Çarşamba günü
aldığı karar yukarıdaki satırları bir kez daha anımsamamıza neden
oldu.
Mahkeme, “Suç sabit bile olsa, bunu
kanıtlayan deliller hukuk dışı yöntemlerle elde edilmişse, mahkûmiyet
verilemez” dedi.
Bu davada yargılananların temsil ettikleri kurumlardaki yerlerine
bakınca şunu söylemeden edemiyorsunuz:
Bu kişiler hakkında hukuksuz delille dava açılıyorsa, güç sahipleri
kime ne yapmaz.
Silivri zulmünün kökü bundan ibaret.
Hukuksuz deliller... Çürük gizli tanıklar... Gerçekleşmemiş olaylar...
Üst üste yığılmış birbirine benzemez dosyalar...
Delillerin sakatlanmış olduğu ya da hukuksuz elde edildiği ortaya
konduğunda mahkeme heyetinin yanıtı şu
oluyor:
“Bu konudaki kararın hüküm aşamasında
verilmesine...”
Şöyle bir örnekle durumu daha net açıklayabiliriz:
Yemek yapmak için gerekli bütün malzemeleri topluyorsunuz. Malzemelerin
bozulmuş, küflenmiş, kullanım tarihi geçmiş olmasına bakmaksızın yemeği
yapıyorsunuz. Bu konudaki uyarılar için de, “Yemek
piştikten sonra tadına bakarken onu da kontrol ederiz”
diyorsunuz.
O noktada hangi malzemeyi ötekinden ayırabilirsiniz?
Diyelim ki bütün malzemeler tazeymiş ama kullanılan yağ zeytinyağı
yerine motor yağıymış, o yemek yenebilir mi?
Delillerin hukuki olup olmadığına bakmaksızın davayı sürdürmek, buna
ilişkin kararı hüküm aşamasına bırakmak böyle bir şey.
Mahkemenin yıllar sürdüğünü düşünürseniz, verdiğimiz örnek hafif
kalıyor. Zira dava birleştirmeleri çorba pişerken üzerine hoşaf ilave
edilmesine, sonra kazanın büyütülerek hoşaf çorbasının üzerine hiç temizlenmeden
balık konmasına, biraz da dondurmayla marul ekleyip, kaynadıktan sonra fırına
verilmesine benziyor.
Davalar böyle bir mantıkla yürürken, “Bırakın
hukuk işlesin” demek ne anlama gelir?
Artık benzetmenin devamını okura bırakıyorum!
***
Delil hukukuna girmişken benimle ilgili durumu da okurun bilgisine
sunmak istiyorum.
Hakkımdaki başlıca “delil”,
bana ait bilgisayarlardan çıktığı iddia edilen notlar,
dokümanlar.
Bilgisayar verilerinin, yani dijital verilerin delil değeri
taşıyabilmesi için bilgisayara el konduğu anda imajının çıkarılıp sahibine ya da
avukatına verilmesi gerekiyor. Ceza Muhakemesi
Kanunu’nun (CMK) 134. maddesi bunu zorunlu
kılıyor.
Bana ya da avukatıma bilgisayarların imajı verilmedi. Ben 1 Temmuz
2008’de gözaltına alındıktan sonra 5
Temmuz’da savcılıkça sorgulandım. Savcı,
“bilgisayarınızdan çıkanlar”
diye başlayıp sorular sordu.
Dava açıldıktan sonra delil klasörlerindeki polis kaydından gördük ki,
benim bilgisayarların imajı 7 Temmuz 2008’de
çıkarılmış. Bilgisayarım bir bakıma mühürlenerek içinde bulunan her şeyin hiç
dokunulmadan kayıt altına alınması anlamına gelen
“hash değeri” de o gün
çıkarılmış.
Bu, delilin sakatlandığını, hukuki yolla elde edilmediğini gösteriyor.
Hukuk diliyle bunun delil değeri yok.
Bunların ötesinde bana ait olduğu iddia edilen, 8 yıllık zaman dilimini
kapsayan notların tümü 26 Şubat 2007 gecesi toplam 3-3.5 dakikada oluşturulmuş
görünüyor. Kimileri bunun kanıtı nerede, yoksa mahkemenin kabul etmediği
üniversite bilirkişi raporu mu diyor. Hayır, o değil. Bunun kanıtı ikinci
iddianamenin 204 No’lu delil klasöründe, Emniyet
terörle mücadele şubesi (TEM) polislerinin yaptığı,
“1 No’lu delile ait
özellikler” başlıklı çalışmanın içinde.
Mahkemenin istemiyle TÜBİTAK tarafından yapılan incelemede de bu
notların kopya olduğu vurgulanıyor.
Bütün bu kuşkular, sakatlıklar yelpazesi içinde mahkeme, delillerin
hukuki değeri olup olmadığına ilişkin kararını
“hüküm aşamasında”
verecek.
Yorum Gönder