Cumartesi günü İzmir‘deydim. Balbay’a Özgürlük Girişimi‘nin düzenlediği sohbete ve imza gününe katıldım.
Salon her zamanki gibi tıklım tıklımdı.
Kürsüye
önce Girişim Başkanı Gürol Saygı çıktı. Son yıllarını Silivri ile İzmir
arasında mekik dokuyarak geçiren bu ihtiyar delikanlının gözlerinde,
mücadele azmini bir kez daha gördük.
Sonra onu, Konak Belediye Başkanı Hakan Tartan izledi. Mustafa‘nın bu etkinlik için yazdığı mektubu okudu.
CHP Milletvekilleri Aytun Çıray‘ı, Alaattin Yüksel‘i, Oğuz Oyan‘ı, Hülya Güven‘i, Erdal Aksünger‘i ve Hasan Ören‘i dinledik:
Cezaevindeki arkadaşlarına nasıl sahip çıktıklarını anlattılar uzun uzun...
Ardından
meslektaşlarım tek tek belirdi sahnede... Önce Odatv Davası sanıkları
Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan, sonra Müyesser Yıldız...
Söyleşi
faslı uzadıkça uzadı; tam 18‘inci konuşmacıyı dinliyordum ki yanımda
oturan Erdal Aksünger, Kent Konseyi toplantısına gitmek zorunda olduğunu
fısıldadı kulağıma...
“İsterseniz biraz daha oturun, çünkü sıra bana gelirse, sizi eleştireceğim” dedim.
“Ama geç kalıyorum, gitmem gerek” diyerek kalktı...
***
Hemen
hemen bütün konuşmacılar bu yargılamanın hukuksuzluğunu vurgulamış,
ülkenin götürüldüğü yer konusunda duydukları acıyı anlatmışlardı.
Salondaki izleyiciler de saygılı bir alkışla destek vermişti bu
konuşmalara...
Yani söylenecek her şey söylenmişti aslında!
Anlatılmayan tek bir şey vardı:
Mustafa Balbay‘ın ve Prof. Dr. Mehmet Haberal‘ın partisinin bu konudaki tavrı!
Ve sıra 19‘uncu konuşmacı olarak nihayet bana geldi.
***
Önce
Türkiye‘deki gazetecileri; Ali Kemal’in genlerini taşıyanlar, Hasan
Tahsin’in genlerini taşıyanlar olarak kendimce ikiye ayırdım.
Ali
Kemal’in genlerini taşıyanların her gece ekranlarda bol sıfırlı maaşlar
karşılığında program yaptığını anlattım. Ardından Hasan Tahsin
genlerini taşıyan gazetecilerin onlarca yıldır nasıl bir büyük zulüm
gördüğünden söz ettim.
Abdi İpekçi‘nin, Çetin Emeç‘in ve Uğur Mumcu‘nun adlarını andım sadece...
Sonra
sözü bugüne getirdim ve Balbay ile Haberal milletvekili seçildiğinde,
CHP‘nin aldığı “onlar salıverilinceye kadar yemin etmeme” kararı
hatırlattım.
İşte o anda, nefeslerin tutulduğunu hissettim.
Belediye Başkanı Hakan Tartan ve milletvekillerinin dördü salonda yoktu; ama iki vekil hâlâ bizimleydi.
Onların gözüne bakarak, aynen şunları söyledim:
“Partiniz
Balbay ve Haberal konusunda verdiği sözün arkasında durmadı. İktidarın
deyimiyle, ‘tükürdüğünü yaladı.’ Şimdi siz gelmişsiniz burada aydınlara
yapılan büyük haksızlıktan ve adaletsizlikten söz ediyorsunuz.. Oysa
Sayın Vekiller; o sözleri yalamayacaktınız... Madem, ‘Vekil
arkadaşlarımızı Silivri’den alacağız’ demiştiniz; o zaman ne yapıp edip
alacaktınız... Gerekirse o yemini hiç etmeyecektiniz.”
Bu sözler
dudaklarımdan döküldüğünde inanılmaz bir alkış tufanı koptu, salonda
herkes ayaktaydı ve herkes aynı sözleri haykırıyordu:
“Eveeeetttt... Adam doğru söylüyooooorrr... Alaaacakttıııınnııızzz!”
Salonu güç bela sakinleştirip, devam ettim:
***
“Ama
siz o yemini ettiniz ve sanki o sözü hiç vermemişsiniz gibi her şeyi
unuttunuz. Birkaç kez basın ordusuyla Silivri’ye gidip fotoğraf
çektirdiniz, sonra bu tür etkinliklere katılıp üzüntülerinizi
bildirdiniz; o kadar! Hayır beyler; bugünkü zulmün sahibi, zalimler ise
büyük ortağı sizsiniz! Korktunuz, tırstınız ve tükürdüğünüzü yalayıp, bu
davanın hukuksuzluğuna inanan bizlerin alay konusu olmasına yol açtınız
çünkü. İşte şimdi size fırsat: Davanın sonuna gelindi. 13 Aralık’ta
duruşmalara yeniden başlanacak. İşte o saatten itibaren, karar
açıklanıncaya kadar Silivri’ye kamp kurmanızı, ‘yasama’ faaliyetlerinizi
orada sürdürmenizi bekliyoruz. Ya Balbay’ı, Haberal’ı ve tüm ‘dönem
mağdurları’nı o hapishaneden alacaksınız ya da biz size hakkımızı ve
oylarımızı asla helal etmeyeceğiz! Eğer bu dediklerimi yapmazsanız, size
rağmen biz alacağız Mustafa’yı, Mehmet Haberal’ı, Soner’i ve
Tuncay’ı... Tıpkı Ahmet Şık’ı, Nedim Şener’i, Çağdaş Ulus’u, Barış
Terkoğlu’nu, Barış Pehlivan’ı Müyesser’i aldığımız gibi alacağız.
Kamuoyu olarak yine biz devreye gireceğiz... Ama o andan itibaren
yüzünüze bile bakmayacağız beyler; bundan emin olun! Bizim için o an
bitmiş olacaksınız... Lütfen bu salonun tepkisini Ankara’ya anlatın!”
***
Salonun ne hâle geldiğini varın siz düşünün...
Kimse gözyaşlarını gizlemeye bile gerek duymadı...
Çünkü “19’uncu konuşmacı”, tam da onların yüreklerinden geçeni haykırmıştı, vekil beylerin gözünün içine baka baka!
Buradan da haykırıyorum:
13
Aralık‘ta, başta Kemal Kılıçdaroğlu olmak üzere CHP‘li vekillerin,
yöneticilerin, il ve ilçe başkanlarının ve CHP üyelerinin “onur sınavı”
başlıyor...
Ve şimdiden söylüyorum:
Adalet için, hak için, hukuk için ve zulme dur diyebilmek için devreye giriniz beyler...
Aksi hâlde sizi... Asla affetmeyeceğiz!
*****
GÜNÜN SORUSU
Sorum CHP’li milletvekillerine:
Madem konuşmanızı bitirip sıvışacaksınız ve halkın ne dediğini dinlemeyeceksiniz; o zaman neden her toplantıya katılıyorsunuz?
Yorum Gönder