Sünni Osmanlı ile Şii Safevi devletinin 16. yüzyıldaki mücadelesi, iki gücün
aralarında Kürtleri tampon yapmasıyla sonuçlanmıştı. Öyle ki, Şii yörüngesinde
görülen Alevi Türkmenler, Sünni Osmanlı’nın hışmından “Kürtleşerek”
kurtuldular!
Bugün Kürt ve Alevi olan kimi aşiretlerden özellikle köklerini Horasan diye
belirtenler, işte o Kürtleşmiş Alevi-Türkmen aşiretlerdir.
Kuşkusuz derdimiz kimin Türk, kimin Kürt olduğunu saptamak değildir;
Türkiye ve İran’ın, Kürt meselesini, Osmanlı ile Safevi’nin mücadelesinden
dersler çıkararak, hem kendilerinin, hem de Kürt ve Arapların yararına
çözmesidir…
Çünkü Kürt meselesi, Türkiye’nin, İran’ın, Irak’ın ve Suriye’nin sorunudur,
ABD’nin değil! ABD sorunu kendi çıkarına ve bölge ülkelerinin zararına çözmeye
çalışmaktadır.
Bu nedenle Kürt meselesi, aynı zamanda Türk, Arap ve Fars meselesidir!
PARİS SUİKASTI KİME YARADI?
Oysa süreç tersine işlemektedir. Bakınız, Paris’te 3 PKK’linin öldürülmesi,
Türkiye ile İran’ın gayrı-resmi birbirini suçlamasına neden oldu.
AKP ve PKK kalemleri, “Barış en başta İran’ın işine gelmiyor. Paris’te
barışa yapılan sabotaj, İran kaynaklıdır” demeye ilk günden başladı…
Fars Haber Ajansı ise “Türkiye, ABD ve İsrail’in ‘PKK üzerinden
İran’daki Kürt nüfusu Tahran hükümetine karşı provoke etme’ planını uygulamaya
başladı.” diyerek karşı atağa geçti.
Sırf bu açıklamalardan hareketle bile, Paris’te 3 PKK’linin öldürülmesinin en
çok ABD’ye yaradığını söyleyebiliriz!
KÜRT MESELESİ HANGİ MODELLE ÇÖZÜLECEK?
Sorun Paris’teki suikasttan çok daha büyüktür ve “Kürt meselesinin” nasıl ele
alınacağıyla ilgilidir. Bölge yararına mı, ABD yararına mı?
Neçirvan Barzani’nin Time’a yaptığı şu açıklama, aslında hangi
modelin tedavüle girdiğini gösteriyordu: “Irak anayasasından umudumuzu
kestiğimiz zaman gerekli kararı vereceğiz. Bağımsız Kürdistan’ın ilanı için
en az bir komşu ülkeyi ikna etmemiz gerekiyor. Çünkü hem bölgesel hem de
uluslararası desteğe ihtiyacımız var. Şunu söyleyebilirim ki, Bağımsız
Kürdistan’a her zamankinden daha yakınız.”
İşte o komşu ülke AKP’nin yönettiği Türkiye’ydi. Türkiye “sıcak para”
sorununu Kuzey Irak petrolleriyle çözme karşılığında, Barzanistan’ın hamiliğini
kabul ediyordu. Barzanistan ancak Türkiye’nin hamiliğinde, İran, Irak ve
Suriye’ye karşı koyabilirdi ve ancak Suriye’nin kuzeyinden Akdeniz’e açılarak
varlığını pekiştirebilirdi.
İşte Erdoğan’ın Öcalan’la başlattığı yeni müzakere sürecinin
sırrı buradadır! Sadece Açılım ve müzakereler değil, Suriye meselesi, Kürecik
Radarı ve NATO patriotları da, ABD’nin bu temel projesi içindedir.
Ancak Barzanistan’ın bağımsızlığı, sadece Irak’ın parçalanması ve bölünmesi
anlamına gelmeyecekti. Tahran, İran’ın da bölünmesine gidebilecek bu gelişmeyi,
tıpkı AKP öncesinin Türkiye’si gibi kırmızıçizgi ilan ediyor, savaş sebebi
sayıyordu.
Irak Başbakanı Nuri El Maliki ise ülkesinin toprak bütünlüğü ve
siyasal birliği için harekete geçmiş, öncelikle Kürdistan’ın kalbi görülen
Kerkük düğümünü ülkesi lehine çözmeye çalışıyordu.
Bu gelişmeler, bölgede ilk defa, üstelik Çin ve Rusya’nın desteklediği bir
İran-Irak-Suriye hattı da oluşturuyordu!
ABD ADINA İTTİFAK, DÜŞMANLIK GETİRİR
“Kürt meselesinin” ABD modeliyle çözümü kuşkusuz ileride, Türkiye’nin de
parçalanması ve Barzanistan’ın Diyarbakır merkezli olarak büyümesi demektir.
Ancak daha önemlisi, Türk-Kürt ittifakı(!) ile Fars ve Arap karşıtlığı tuzağına
düşülmesidir ki ABD’nin temel hedefi de budur!
Öyle ki, bugün ABD çıkarları üzerine oturtulan Türk-Kürt ittifakı, sadece
Türkleri Arap ve Fars milletiyle karşı karşıya getirmeyecek, yarın daha büyük
Türk-Kürt ayrılığına dönüşecektir!
Ankara ve Tahran, sadece Kürt meselesi nedeniyle değil, Kafkasya’daki
sorunlar ve özellikle Azeri azınlık gibi etkenler nedeniyle de birlikte çözüm
üretmek zorundadırlar. Aksi durum, her iki ülkenin de zararına olacaktır!
Yorum Gönder