Leyla Zana ve diğer DEP’li mililetvekilleri AB zirvesi öncesi,
Aralık 2004’te Herald Tribune ve Le Monde Gazetesi’e bir ilân verir. “Kürt bildirisi” niteliğindeki ilânda, bugün peynir-ekmek gibi konuşulup, karşılanan talepler sıralanıp, “Türkiye, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti için talep ettiklerini Kürt halkına tanımalıdır” denilir.
Ankara’da
kıyamet(!) kopar, peşpeşe tepki açıklamaları yapılır. Mesela bugün
BDP’lilerin hamisi olan dönemin TBMM Başkanı Bülent Arınç, bildiride
Türkiye gerçeklerine, Türkiye'nin kurulu düzenine, Anayasasına tamamen
aykırı bir düşüncenin dillendirildiğini belirtip, şunları söyler:
“Türkiye’yi
zora sokmak, Türkiye’ye engel çıkarmak isteyenler amaçlarına
ulaşamayacaklar. Bildiri yayımlayarak, çok kritik bir noktada olan
Türkiye’ye ayakbağı olmak, tökezletmek istemiş olabilirler. Ancak
Türkiye çok güçlü bir devlettir, bundan etkilenmeyecektir.”
Bugün Leyla Zana ile görüşüp, “Kürt sorununu çözecek yegâne kişi sizsiniz” iltifatları alan Başbakan Erdoğan da o bildiriyi “intihar” olarak değerlendirir.
ABD’de yaşayan Fetullah Gülen’in teröristbaşıyla yapılan son pazarlıkları desteklerken şu ilginç görüşleri savunduğu malum:
“Milli
onur, milli gurur ayaklar altına alınmama kaydıyla, o mefkureye saygı
devam ettiği müddetçe -bence- el de öpülebilir, etek de öpülebilir.
Heyet-i İslamiye, heyet-i milliye arasında huzurun temini adına
katlanılabilecek her şeye katlanmak lazım. Hayır sulhtadır, sulh her
zaman hayırlıdır.”
Zana ve arkadaşlarının verdiği o ilân, o zamanlar Gülen’in de tepkisini çeker ve şu açıklamayı yapar:
“Tayyip
Bey'in bu konuda söylediğine iştirak etmemek mümkün değil. Türkiye
Cumhuriyeti’nin 2. Cumhurbaşkanı İnönü ve 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal
Malatyalıydı ve Kürtlerdendi. Hikmet Çetin Bey de Diyarbakırlıdır.
Doğudan ve güneydoğudan birçok vatandaşımız çıkmış, devlet kurumlarında
önemli görevler almışlar; asker, vali, kaymakam olmuşlar. Adliyede ne
kadar Kürt vatandaşımız olduğunu Allah bilir. Öyleyse bu tür isteklerde
bulunmayı gerektirecek hangi mahrumiyetler yaşanmaktadır? Kanaatimce
ilânda dile getirilen istekler saygısızca olmuştur. Daha evvel Meclis'te
de, yapmamaları gereken bir saygısızlık olmuştu. Bildiğim, tanıdığım
ve görüştüğüm kadarıyla Güneydoğu'daki insanların yüzde 90'ı 95'i bu
tür taleplere katılmamaktadır. Okumuş, bir yerlere gelmiş, hatta belli
bir dönemde seçilmiş insanların böylesine ham tavır ve davranışlarda
bulunmalarını, maşeri vicdanı rahatsız etmelerini hiç anlayamıyorum.
Halbuki devlet onları bırakmakla, bir cemilede (güzel davranış) bulundu.
Onların da bu cemileye cemileyle karşılık verip, ‘devletimiz,
milletimiz hakkında bir dönemde cahilliğe, gençliğe kapıldık, hata
ettik’ demeleri, birlik ve bütünlüğe giden bir yol tutmaları beklenirdi.
Olmadı. Bence, maşeri vicdana karşı bir özür borçları var.”
8 yılda PKK ve uzantılarının hangi noktaya geldiği ortada. Tabii sözde onlara tepki gösterenlerin de.
Ama
gelinen öyle bir nokta daha var ki, altını çizmemek mümkün değil.
Ruşen Çakır bir haftadır Barzani bölgesinde röportajlar yapıp, “kürdistan”ı hazmettiriyor. Perşembe günü de “Gülen cemaati 19 yıldır Irak Kürdistanı’na hizmet götürüyor”
diyerek, götürülen hizmetleri anlattı ve bölgede 8 yıldır hareketin
hizmetlerini koordine eden Trabzon Of’lu Talip Büyük’le bir röportaj
yaptı. Büyük, Türkiye’nin, “Barzani PKK ile savaşsın” beklentileri için aynen şunu söyledi:
“Teröristi
barındırdıklarını hiç görmedim. Bu algı çok yaygın ama ‘Barzani neden
bunları Kandil’den atmıyor?’ sorusu abartılı. Çünkü Barzani zamanında
Türk ordusuyla birlikte PKK’ya karşı savaştı ama atamadı, bugün kendi
başına nasıl atsın? Şimdi Türkiye’de geniş bir kesim Barzani’nin PKK ile
savaşmasını bekliyor. Barzani senin PKK’nla niye savaşsın? O da bir
lider, onun da sırtını dayadığı bir halk var. ‘Ben Türkiye’nin selameti
için benim gibi düşünmeyen Kürtlerle savaşıyorum’ nasıl desin? Burada
da bir kamuoyu var.”
PKK, “Benim, Türkiye’nin PKK’sı, Barzani’ye ne” öyle mi? Peki Kandil’den Türkiye’ye Başbakan Erdoğan’ın ifadesiyle, “armut toplamaya”
mı geliyor? Bunca yıldır yardım-yataklık yapan, ağır silahlarla
donatan, askeri, polisi, çoluk-çocuğu katlettiren de Türkiye mi?
Sizce oradan, buraya gelenlerin sadece “maşeri vicdana karşı” değil, millete de “ bir özür borçları” yok mu?
Silivri, Hasdal, Hadımköy, Maltepe, Sincan ve Mamak’a kucak dolusu sevgiler...
Müyesser YILDIZ
26 Ocak 2013
Yorum Gönder