Grup Yorum’un da içinde olduğu İdil Kültür
Merkezi’nin sabahın saat dördünde polis baskınına
uğradığını Işıl Özgentürk’ün
telefonuyla öğrendim.
Bizlerin uzun süredir telefonlaşmalarımız çoğunlukla bu minval
üzerindedir.
Bizlerin derken, 12 Eylül öncesine kadar Türkiye Yazarlar Sendikamız
vardı.
Yine var ama, o günlerin koşulları başkaydı.
Aziz Nesin vardı her şeyden önce.
Uğursuz darbe sonrasındaki toplumsal aydın direnişinin adı da yine onun
adıyla özdeştir.
12 Eylül 1980 sonrasının bu günlerden farklı yanlarından biri, o
günlerde telefonlarımızın herhalde (hiç değilse bugün olduğu ölçüde)
dinlenmeyişiydi.
Telefon konuşmalarımız genellikle bir yoklama gibiydi.
“... mısın, nasılsın, demek daha gelmediler”
gibisinden...
Nitekim, biraz da bu duyguları dile getiren Temmuz 1981 tarihli
“Sesler” adlı
şiirimin üzerinden çok geçmeden tutuklanacaktım...
***
Bu günlerde ise bir süredir sanki daha çok Sanatçılar Girişimi bizleri
buluşturuyor.
Birkaç hafta önceki yazılarımdan birinde Bilgesu
Erenus’la Topkapı Şişe Cam
Fabrikası’nda direnişteki işçileri ziyaretimizi
yazmıştım.
Grup Yorum baskınını haber veren Işıl Özgentürk birkaç gün önce İdil
Kültür Merkezi’ne zaten bir destek ziyareti yaptığı
için bu kez ben yine gazeteden bir muhabir arkadaşla
Okmeydanı’nın yolunu tuttum...
Bu arada polis baskınının asıl hedeflerinden birinin de Çağdaş
Hukukçular Derneği olduğunu öğrenmiştik.
İdil Kültür Merkezi’nin bulunduğu sokağa
doğru ilerlerken, gidilen yer sanki bir savaş alanıymış gibi, belli ki aynı yere
gitmekte olan gaz maskeli bir kameramanın yanından geçtik...
Bir süre sonra gazeteden bizim muhabir için de gaz maskesi
gönderilecekti...
Nitekim az sonra biber gazı dokunuşları gözlerimizi yaşartmaya, burun
deliklerimizi ve ciğerlerimizi etkilemeye başlamıştı bile...
***
Gazeteye döndüğümde tanıklığımı kısaca şöyle özetlemiştim:
“İdil Kültür Merkezi’nin bütün odaları, Tavır
dergisinin bürosu, Grup Yorum’un stüdyosu bir düşman ordusu
tarafından basılmış gibi sabah saat 04.00’te bir baskınla
darmadağın edilmiş. Grup Yorum’un bütün üyeleri gözaltına alınmış,
dergiler, kitaplar yerlere saçılmıştır. Bunlar arasında 35 yıl önce yayınladığım
Militan dergisinin bazı sayfalarını da gördüğümde şaşırdım, üzüldüm,
duygulandım. Buradan Başbakan’a, Cumhurbaşkanı’na,
İçişleri Bakanı’na sesleniyorum: Sanatın, özgür düşüncenin
üzerinden elinizi çekin. Bizler, bu ülkenin aydınları, yazarları, sanatçıları,
faşizme geçit vermeyeceğiz. Gözaltına alınan Grup Yorum sanatçıları derhal
serbest bırakılsın.”
Sözünü ettiğim Militan sayfaları, Jose Marti
ve Pablo Neruda şiirlerine ilişkin, tertemiz
fotokopileri çıkarılmış, özenle zımbalanmış sayfalardı... Belli ki bu sevgili
çocuklar, bu şairlere çalışıyorlardı... Yaklaşık otuz beş yıl önceki emeğimizle,
göz nurumuzla, mutluluğumuzla (Nihat’ın
kulakları çınlasın!) orada öylece fırlatılıp atılmış, bir
barbarlığın saldırısına uğramış durumda karşılaşmamızı unutamam... Bir de duvara
asılı bağlamaların üzerinden parmak izleri alınmış olmaktan
geriye kalan izleri...
***
Fotoğraflardan biri, içeride tanık olduğum barbarlığın bir bölümünü
yansıtıyor...
Konuşma yaparken göründüğüm fotoğrafta, tam karşımda ise, basın ya da
görsel medya kameraları değil, yaklaşık elli adım ötede panzerleriyle saf tutmuş
bir polis birliği bulunmaktaydı... Yukarıda özetlenen tanıklığımın son
cümleleri, orada, o gece polislere karşı Sanatçılar Girişimi adına yaptığım
konuşmanın da son cümleleridir...
İdil Kültür Merkezi baskını sonrasında görüp yaşadıklarım, bir polis
devletinde yaşamakta olduğumuz gerçeğinin, benim için unutulamaz anılarından
biri olarak kalacak...
O gece Okmeydanı’ndaki sokakta polis
devletinin neden olduğu yıkımı ve karanlığı unutamam...
Ama konuşmamı yapmaktayken varlıklarının aydınlığını hemen arkamda
duyumsadığım genç kızlardan, delikanlılardan saçılan ışığı da...
Bu ışığı söndürmeye hiçbir karanlığın gücü yetmeyecek...
Yorum Gönder