Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ''örgüt kurmak veya örgüt elemanı 
olmak'' iddiasıyla tutuklanan askerlerin durumuyla ilgili olarak önceki gün 
katıldığı bir televizyon programında ilginç bir çıkış yaptı. 
Biraz uzun 
olacak ama Erdoğan’ın tutuklu askerler konusunda sorulan bir soruya verdiği 
yanıt şöyle: ''Şu anda içerde 400'e yakın emekli, muvazzaf subay, astsubayımız 
var. Bunların ağırlıklı kısmı tutuklu... (...) Böyle bir şeyin delili kesinse 
ver hükmünü işi bitir.”  
“Ancak elinde senin kesin hükümler yok da 
yüzlerce subayı, astsubayı örgüt elemanı olarak veya örgüt kuran  olarak 
(tutuklarsan), hele hele Genelkurmay Başkanı'nı kalkıp da bu şekilde 
değerlendirirsen Silahlı Kuvvetlerin kendi içindeki bütün moral değerlerini 
altüst eder. O zaman terörle nasıl mücadele edecek bu insanlar.”
“Siz 
şimdi orada bu mücadeleyi veren insanlara arka taraftan 'bu örgüt elemanıdır' 
dersen, nasıl oluyor da bu örgüt elemanı gidiyor da terör örgütüyle mücadeleyi 
veriyor. Bu yenilir yutulur bir şey değil.”
Konuşmasında, neredeyse Deniz 
Kuvvetleri Komutanlığı'nda firkateynler ve gemilerine gönderilecek subay 
kalmadığını da belirten Başbakan, bir yasa hazırlığı yaptıklarını da sözlerine 
ekledi.
Şimdi bu konuşmayı dinleyen biri, eğer son 5 yıldır Türkiye’de 
yaşananları iyi izlememişse, Ergenekon, Balyoz, Oda TV, Devrimci Karargâh, vb. 
gibi davalarda yargılanan ne kadar asker, akademisyen, gazeteci, aydın, 
siyasetçi varsa, sanki onları başka bir gücün tutukladığını sanacak. Başbakan, 
sanki bu davaların azmettiricisi değil de 
mağduru.
***
Olan şudur; yapılan işin şirazesi 
kaçtı. Makul yerde durulamadı. Çünkü Cemaat daha fazlasını istiyor. Kendi 
hesabına göre geri dönüş eşiğini aşmayı amaçlıyor. Daha da önemlisi bir hesap 
sorma dalgasının altında ezilmekten ve bütün kazanımlarını yitirmekten korkuyor. 
Bu nedenle Erdoğan işi ağırdan aldığında ya da ikircikli davrandığında, ona bile 
saldırıyor.
Ancak, Cemaat saldırdıkça toplum geriliyor,  Türkiye sert ve 
o ölçüde de yıkıcı bir kırılma noktasına doğru gidiyor.
İşte Başbakan 
Erdoğan bu tehlikeyi gördüğü için uzlaşma arıyor. AKP yönetimi gerilimi 
düşürmek, ortamı normalleştirmek için bir yol arıyor.
Sonuç olarak AKP, 
Cemaat ve liberallerden oluşan iktidar bloku sarsılıyor. Son hükümet 
değişiklikleri de bu durumu teyit ediyor. Erdoğan artık geleneksel iktidar 
güçleriyle uzlaşarak tansiyonu düşürmek istiyor. Bu nedenle Cemaatle arasına 
mesafe koyuyor. 
Çünkü AKP ve Erdoğan, kavgayı kazandıklarını, daha fazla 
zorlamanın bütün kazanımların yok olmasına yol açacak sert bir çatışmaya ve 
kırılmaya dönüşebileceğini görüyor.
Örneğin Erdoğan, geçen Haziran ayında 
durduk yerde, “27 Mayıs tipi bir müdahale özlemi içinde olanlar var” dedi. Bu 
sözler, kamuoyunun dikkatinden kaçtı. Oysa Erdoğan’ın bu sözleri, yukarıda 
işaret ettiğim “yıkıcı kırılma” olasılığının sandığımızdan daha güçlü olduğunu 
gösteriyordu.
Bilindiği gibi 27 Mayıs 1960 müdahalesi aydınlar, gençler ve 
önemli bir toplum kesimiyle buluşan genç subayların, kendi genelkurmay 
başkanlarını bile tutuklayıp, generallerin tamamına yakınını ordudan ihraç 
ettikleri sert bir yönetime el koyma eylemdi.
Erdoğan, Cemaatten farklı 
olarak artık durmak gerektiğini düşünüyor.  Başbakan, son konuşmasında bu durumu 
şöyle açıklıyor: ''TSK özellikle bu dönem içerisinde, bana göre kendi demokratik 
parlamenter sistemiyle en uyumlu çizgiye gelmiştir. Tabii eksikler yok mu? Var. 
Bu eksikler peyderpey gideriliyor. Ancak bazı medya organları TSK'ya çok haksız 
yere bir saldırının içerisine giriyorlar.”
Erdoğan’ın “TSK’ya saldıran 
medya organları” eleştirisiyle Cemaatin gazete ve televizyonlarını hedef aldığı 
kesin.
KORKU VE YENİ İTTİFAKLAR
AKP ve Cemaat 
arasındaki çatışma önce Ergenekon, Balyoz, KCK gibi davalara bakan Özel Yetkili 
Mahkemeler (ÖYM) üzerinden gelişti. Hükümet, 2007 yılından itibaren bir 
operasyon aygıtı olarak kullanılan ve daha çok Cemaatin etkisi altında olduğu 
belirtilen bu mahkemeleri, görevlerini tamamladıkları gerekçesiyle kaldırdı. 
Hükümetin bu hamlesi Cemaatte panik yarattı. Fethullah Gülen’in sözcüsü 
kabul edilen Zaman Gazetesi yazarı Hüseyin Gülerce köşesinde şunları yazdı: 
“Özel yetkili mahkemelerin kaldırılacağı yolundaki açıklamalar, ‘Ak Parti nereye 
gidiyor?’ sorularını arttırıyor. Hele Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın; ‘Özel 
Yetkili Mahkemeler hukuk devletlerinde olmaması gereken mahkemelerdir. Gereken 
yapılıyor, yapılacak’ sözleri, gözleri fal taşı gibi açtı.” (Zaman, 6 Haziran 
2012)
Rejimin, ABD’nin dikte ettiği “ılımlı İslam modeli” yönünde 
dönüşümünün tamamlandığını düşünen AKP, yeni düzenin konsolide edilmesi 
gerektiğinin farkında. Bu ihtiyaç, her durumda bir uzlaşma arayışı 
demek.
***
Diğer taraftan bölgedeki gelişmeler, 
özellikle Suriye’ye yönelik müdahale hazırlıkları da bütün hesapları altüst 
etmiş görünüyor. AKP, Suriye ile savaşın eşiğine geldiği bir dönemde askerle 
daha fazla kavga etmek istemiyor. Suriye’ye askeri bir müdahalenin, bölgesel bir 
yangına, ardından da bir dünya savaşına yol açabileceği ortadayken, çatışmayı 
daha fazla tırmandırmak istemiyor.
AKP, Suriye’ye müdahalenin üzerine 
kalması ve yalnızlaşması durumunda, iktidarını koruyamayacağını düşünüyor. Bu 
nedenle askerle uzlaşma arıyor ve toplumdaki tansiyonu düşürmeye çalışıyor. 
Ancak, korkarız ki bunun için geç kalmış görünüyor. 
Cemaatin 
gelişmelerden büyük bir endişe duyduğu belli oluyor. Suç işleyenlerin, haksızlık 
yapanların, hile ve sahtekârlıkla rejimi değiştirmeye çalışanların iliklerinde 
duyduğu derin bir korku bu. Rövanş tedirginliği!
Tam bu dönemde Cemaatin 
yeni arayışlara girdiği de seziliyor. Önümüzdeki günlerde sürpriz gelişmeler 
olabilir. Örneğin CHP ile Cemaat arasında örtülü bir ilişki denemesi benim için 
hiç şaşırtıcı olmayacak. AKP’nin askerlerle uzlaşma girişimini Cemaat böyle bir 
hamle ile dengelemek isteyebilir.
Evet, AKP ile Cemaat arasında bir 
itişme yaşanıyor. Koalisyon bütünüyle bozulmak üzere. Doğal olarak böyle  
dönemlerde yeni ittifaklar da gündeme gelecektir.

Yorum Gönder