Yukarıdaki sözler Başbakan’a tabii ki yakışıyor.
Unutmayalım, artık komünizmle mücadele dönemi geride kalmıştır, ABD’de de, küresel kapitalizmin büyük kuruluşlarının tüm koridorlarında da, NATO kulislerinde de en fazla korkulan hayalet ulus devletlerdir.
Kimse yanılmasın, Tayyip Bey, yalnız bu çevreler adına değil, aynı zamanda kendi şeriatçı, ümmetçi görüşleri dolayısıyla da ulus devlete, ulusalcılığa karşıdır.
Onu anlamak mümkün.
Ya öbürlerine ne demeli?
Uluslaşma süreciyle iç içe yürüyen Kurtuluş Savaşı’yla oluşmuş bir ülkenin ulusalcılığını, bir küçümseme hatta suçlama olarak kullanan öbür aymazların açıklaması var mı?
Geçen gün birisi sordu:
- Uğur Mumcu ulusalcıydı, değil mi?
- Tabii öyleydi, ama dilersen önce ulusalcılıktan ne anladığını açalım, diye yanıtladım.
Gerçekten Uğur Mumcu’da ırk temeline dayalı, bir ırkın üstünlüğünü savunan bir milliyetcilik ki, ona şovenizm demek daha doğru olur, aramayın boşuna.
Birlikte yaşama ve ortak bir geleceğe yönelme iradesinin ürünü olan sübjektivist, çağdaş demokratik ulusçu, demokrat bir Kuvvacıydı Uğur Mumcu.
Emeğin yüceliğine inanan, devrimci, sosyalist, antiemperyalist Kuvvacı Uğur’un “Kürtler ve Türkler” başlıklı 1989 tarihli yazısı dünkü Cumhuriyet’te bir daha yayımlandı. Orada konuya bakışının ipuçlarını bulabilirsiniz.
Kürtçe yasağına nasıl karşı olduğunu belirten yazı ve konuşmaları saymakla bitmez.
Bütün bunları yazmaktan kastım, Türkiye’de kavramlar saptırılarak yaratılan kafa karışıklığı yüzünden sap ile samanın birbirine karıştırıldığı bir ortamda, kimi kavramların gerçek anlamlarının içlerinin boşaltılmasıyla zaman içinde yanlış bir Uğur Mumcu algısının oluşturulmak istenmesidir.
Ortak yaşama iradesine dayanan ve ancak bunun sürekli canlı tutulmasıyla ayakta duran bir ulusalcılık, ırkçı mülahazalardan uzak olduğu gibi, sosyalist düşünceler ve demokrasi ile bağdaşmaz değildir.
Bunun en güzel ve çarpıcı örneği de bizzat Uğur Mumcu’nun kendisidir.
Bu konuda dik ve tutarlı duruşunu sürdürmüş olan Uğur Mumcu’nun laiklik konusundaki görüşlerinden yola çıkanlar, onu bu alanda demokrasiye sınırlamalar getirmek istermiş gibi sunmaya çalışmışlarsa da, bu çaba sonuç vermemiştir.
Gerçekten de Uğur, laik cumhuriyetin karşı karşıya bulunduğu tehlikeler konusunda uyanıktı.
Ama demokrasinin onsuz olmazı ve vicdan özgürlüğünün gerçek güvencesi laiklik adına demokrasiden sapma uygulamalarının karşısındaydı.
Birçok yazısında, birçok konuşmasında, Türkiye’de de öbür NATO ülkeleri gibi, bütün fikirlerin, bu arada İslami görüşlerin de siyaset alanında örgütlenme özgürlüklerinin olacağı bir demokrasiyi savunmuştur.
Tekrar edeyim, laiklik konusunda duyarlıydı, o alandaki tehlikeleri de biliyordu.
Ama mücadelenin yolunun demokrasiden geçtiğine de inanmaktaydı.
Eski Türk Ceza Kanunu’nun 141- 142 ve 163. maddelerinin kaldırılması tartışılırken, Uğur Mumcu her üç maddenin de demokrasiye aykırı olduğunu ve kaldırılması gerektiğini savunmuştu.
Doğrusu pek çok kişinin bilmediği bu gerçek Uğur Mumcu’nun sistematiğinde, laiklik ile demokrasinin çelişmediğini gösteren çok güzel bir örnektir.
Bu demek değildir ki, antilaik akımların demokrasi için tehlike oluşturduğunu yadsıyordu.
Tam tersine o tehlikeyi gören ve onunla demokratik yoldan mücadele önlemlerini gösterenlerin en ön sıralarında yer alıyordu.
Uğur Mumcu, ulusalcı, Kuvvacı, antiemperyalist, devrimci, sosyalist ve demokrattı.
Aramızdan ayrılışının 20. yılında onu bütün bu yönlerini unutmadan anmalıyız.
Yorum Gönder