Bugün, 24 Ocak 1993’te, bombalı saldırıyla şehit edilen Türkiye’nin 
en büyük soruşturmacı gazetecisi Uğur Mumcu’nun ölüm 
yıldönümü.
Ne mutlu bana ki, sağlığında onu yakından tanıma fırsatını 
buldum ve sevdiği meslektaşlarından biri olmanın ayrıcalığını 
yaşadım.
Büyük gazeteci Mumcu, haberlerime kızan güç 
odaklarının saldırıları karşısında hep yanımda durdu. Destek 
verici, yüreklendirici yazıları, hayatımın en değerli ödülleri 
arasında yer aldı.
Hiç unutamadığım anılarımdan biri, 1987 yılı 
Sedat Simavi ödülünü birlikte kazanmamızdı.
The Marmara 
Oteli’nde düzenlenen törenle “Gazetecilik” dalındaki 
ödüllerimizi alırken yaptığı konuşma, sanki dün kaleme alınmış 
gibi…
İşte Uğur Mumcu’nun, günümüzün Türkiyesini 26 yıl 
öncesinden görüp anlattığı o tarihi konuşmadan bazı satır 
başları:
“(…) Ben ödülün kime verildiğinden çok, hangi konulara 
verildiğini dikkate alırım.
Laikliğin günümüz Türkiyesindeki 
önemi, her gün biraz daha anlaşılıyor. Bu yüzden jürinin gerek Uğur 
Dündar’ı, gerekse beni, laiklik konusundaki yayınlarımızdan 
dolayı ödüllendirmesini, bilinçli ve duyarlı bir seçim diye 
yorumluyorum.
(…) “Rabıta” dizisinde, dinsel akımların 
yurtdışındaki merkezlerini, bağlantılarını ve ilişkilerini 
vurgulamaya çalıştım. Yurt dışında iki merkez var: Bunlardan biri 
Tahran, Humeyni rejimi, ikincisi ise Suudi Arabistan, yani 
Riyad.
Araştırmamda iki tip gericilik ön plana çıktı. Önemli olan 
buydu. Bu yazı dizisi, gericiliğin devlet içindeki odaklarını 
ortaya çıkardı. Sanırım bu yüzden hışım çekti.
İleride bu 
gericiliği ve para kaynaklarını daha net ve daha geniş biçimde 
ortaya koyacağımı umuyorum.
İslam finans kurumları Türkiye’ye 
yeni yeni geliyorlar. Aslında “Rabıta” yayınının devlet katında 
yarattığı çalkantı, Atatürkçülüğün inkarıdır.
Son 7 yıldır (12 
Eylül dönemi) Türkiye’ye egemen olan sahte Atatürkçülük, Arap 
milliyetçiliğine bir çeşit perde oldu. Türkiye’de bugün, 
yurtdışından maddi yardım alan İslamcı akımlar cirit atıyor. Bunu 
daha net, daha açık, isim isim açıklayacağım.
Hangi siyasal gücün 
içinde bulunduklarını, hangi sermaye gruplarının arkasında 
olduklarını kanıtlamaya çalışıyorum.”
İsim isim belgeleyip 
yayınlayacaktı.
Ama yayınlatmadılar, bombayla şehit edip, 
susturdular…
Zaten yaşasaydı zindana atılırdı.
Bu tarihi 
konuşma, bugünlere ışık tutmasının yanısıra, Uğur Mumcu’yu hangi 
zihniyetin hedef seçtiğini işaret etmesi bakımından da, ibret 
verici bir belge niteliğinde.
Ölümsüz gazeteci ağabeyimizi 
bugün İzmir’de, Narlıdere ve Karabağlar Belediyelerinin 
düzenlediği, değerli meslektaşlarım Atilla Sertel, Soner Yalçın, 
Ümit Zileli ve benim de katılacağım iki ayrı etkinlikle 
anıyoruz.
Akşam da TOBAV’ın düzenlediği toplantıda, 
Cumhuriyet Gazetesi İzmir Temsilcisi Serdar Kızık’ın da 
katılımıyla, İzmirli dostlara Uğur Mumcu’yu anlatacağız.
Bu 
vesileyle başta Hasan Tahsin ve Uğur Mumcu olmak üzere, tüm basın 
şehitlerinin aziz hatıraları önünde bir kez daha sevgi ve saygıyla 
eğiliyorum.

Yorum Gönder