Kur’an’ın en önemli kavramlarından biri olan zikir, türevleriyle
birlikte 260 küsur yerde geçmektedir. Sadece zikir kelimesi 90 küsur
yerde kullanılmıştır.
Kelime anlamıyla zikir, ‘unutulan bir şeyi hatırlamak ve bir şeyi
unutmamak için sürekli hatırda tutmak, şeref, öğüt, düşündürücü’
demektir. Zikir, aynı zamanda Kur’an’ın adlarından biridir. Kur’an
kendini bu adla defalarca anmaktadır. (Örnek olarak bk. 3/58; 7/63;
12/104; 15/6, 9; 16/44; 21/50; 36/69; 38/49; 68/51, 52)
Kur’an’ın hem adı Zikir’dir hem de içi zikirle doludur. Kur’an, aynı zamanda ‘zikirle dolu’ (zü’z-zikr) bir kitaptır. (bk. 38/1)
Tam bu noktada, tasavvuf tarihinin ciddî sapmalarından birini ele almak
gerekiyor. ‘Allah’ı zikretmek’ anlamında zikir, tarikatların asırlık
şartlandırmaları yüzünden, belli tarikat vird-lerini tekrar tekrar
okumak anlamında dondurulmuştur. Oysaki Kur’an’ın söylediği bunun tam
tersidir. Allah’ı zikrin en yüce ve en etkili şekli, Allah’ı Kur’an
okuyarak zikretmektir. Dahası, zikretmek, Kur’an okumakla eşanlamlıdır.
Kur’an’ın ilk emri “Oku!” olduğu gibi, temel ibadet de Kur’an okumaktır.
Namaz, Kur’an okuma emir ve ibadetinden daha sonra vahyedilmiştir.
İş bu kadarla da bitmez: Kur’an, namazla Kur’an’ın karşılaştırmasını da
yapmış ve sonucu müminlerine bildirmiştir. Kur’an şöyle diyor:
“Kitaptan sana vahyedileni oku! Namazı da yerine getir! Çünkü namaz,
çirkinliklerden ve kötülüklerden alıkoyar. Allah'ın zikri/Kur'an'ı ise
elbette ki daha büyüktür! Allah, neler yaptığınızı biliyor.” (Ankebût,
45)
CUMA NAMAZI VE KUR’AN OKUMAK
Kur’an, yeni zamanlar için çok hayatî pencereler açacak bir tespit daha
yapıyor: Bir ibadet olarak Cuma namazı ile ‘zikrullah’ (Kur’an)
eşitlenmiştir. Ayet şöyle diyor:
“Ey inananlar! Cuma günü, namaz için çağrı yapıldığında, Allah'ın
zikrine/Allah'ın Kur’an’ına koşun! Alışverişi bırakın! Eğer bilirseniz
bu sizin için daha hayırlıdır.” (Cumua, 9)
Bu ayetin bize bildirdiği gerçek şudur:
Bir mümin, Kur’an’ın emrettiği Cuma vakti ibadeti için isterse cemaatin
oluştuğu bir yerde cuma namazı kılar, isterse cuma namazı vakti süresi
kadar Kur’an okur veya Kur’anî bilgilerle meşgul olur.
Bu eşitlemede şaşılacak bir yan yok. Kur’an, salâtın (namazın) esas amacının ‘Allah’ı zikir’ olduğunu zaten bildirmiştir:
“Bana ibadet et ve namazını, benim zikrim için/beni hatırlayıp anmak için yerine getir." (Tâha, 14)
Allah’ı zikrin en yücesi de Kur’an olduğuna göre, Kur’an okuyan
(Kur’an’ı tilavet eden veya Kur’an ilimleriyle meşgul olan), namazın en
yücesini kılmış olur. Böyle birisinin, Kur’an’la meşguliyeti bırakmak
pahasına kalkıp namaza gitmesi bir tercih meselesidir; bir emir veya
kazanç değil.
Bu gerçeklerin geleneksel dayatmalarla dışlanmış olması, art arda
yıkımlar getirmiştir. Bir defa, din bahsinde otorite, Kur’an ehlinden
alınıp tevil, ilham ve rüya tüccarlarına verilmiş, böylece, toplumlara
ve zihinlere ilim yerine teviller ve rüyalar egemen olmuştur. Oysaki bu
anlayış, Kur’an’ın insan hayatından kovmak istediği temel belanın ta
kendisidir. Kur’an şöyle diyor:
“Bilmiyorsanız zikir/Kur'an ehline sorun.” (Hicr, 43; Enbiya, 7)
Biraz önce değindiğimiz yıkım ise bu Kur’ansal emrin şu şekle
dönüşmesine yol açmıştır: “Eğer bilmiyorsanız, tarikat ehline ve
tarikat şeflerine sorun!” Ve bu hezeyan, Müslüman kitlelerin beynine
Allah’ın emri gibi kazılmıştır.
Yorum Gönder