Atatürk’ün Ankaralılara hediye ettiği örnek tarımı ve yeşilliği içeren AOÇ’nin dilim dilim kesilmesi, gerçekten hükümet ve Ankara Büyükşehir Belediyesi için bir yüzkarası olaydır.
Bırakın böylesine görkemli bir yeşilliğin içine edilmesi, edilirken bile daha şimdiden çeşitli sorular yanıtsız kalıyor.
5.110 m2’lik ve 515 milyon liralık “Beyaz Saray’ı”, 35.000 m2 ve -şimdilik- 650 milyon liralık değeri ile gölgede bırakacak “Yüzkarası Saray” için herhangi bir mimarlık yarışması açılmadı! Söylendiğine göre Brüksel’de yaşayan Türk mimar Şefik Birkiye “görevlendirilmiş”!
Yapım için de bir ihale yapılmadı. Neden mi? Bizim Fırat Kozok’un mayıs ayında ilk kez duyurduğu gibi “Kamu İhale Yasası’nın 3. maddesindeki” şu kurala göre hareket edilmiş:“Savunma, güvenlik veya istihbarat alanları ile ilişkili olduğuna veya gizlilik içinde yürütülmesi gerektiğine ilgili bakanlık tarafından karar verilen veya mevzuatı uyarınca sözleşmenin yürütülmesi sırasında özel güvenlik tedbirleri alınması gereken veya devlet güvenliğine ilişkin temel menfaatlerin korunmasını gerektiren hallerle ilgili olan mal ve hizmet alımları ile yapım işlerinin yasa kapsamına alınmayabilirmiş!”
Bu nedenle, sınırlı sayıda bazı müteahhitlik firmaları çağrılmış ve içlerinden Rönesans İnşaat’a “ihalesiz” verilmiş...
“Engineering Nevs Report” dergisine göre dünyadaki en büyük 225 inşaat müteahhitlik firması içinde 33 Türk şirketi de yer alıyor. Yüklendikleri 458 ihalenin değeri 18.5 milyar dolar. Bu değerle aralarında Rönesans İnşaat’ın da bulunduğu Türk müteahhitleri dünyada 2. sıraya yükselmişler.
Anlamadığım nokta, Türk müteahhitleri yabancı ülkelerde de “güvenlik” içerikli inşaatları “ihale” kazanarak yaparken, Türkiye’de bu güvensizliğe nasıl muhatap ediliyorlar? Ya da şu anda inşaat sürerken bu güvenliğin bozulmayacağının güvencesini kim verebilir?
AOÇ’nin 1. derece sit bölgesi konumunun, Ağustos 2011’de 3. dereceye indirildiğini yazmıştık. Sözcü gazetesinde Saygı Öztürk dün “Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Kararının” belgesini açıkladı.
Açıklamakla kalmadı, tabiat varlıklarını “koru-ma” kararına imza atanların Ankara Büyükşehir Belediyesi’nce, ABD’ye bir “gezi” ile ödüllendirildiğini de yazdı. ABD’de olan kurul üyeleri şu kişilerden oluşuyor: Mehmet Akif Işık, Hakkı Acun, Ayşe Betül Uyar, Kasım Kayıhan ve adı belirlenemeyen iki kişi daha…
İşin ilginç yanı, çarşamba günü Ankara’ya dönmesi beklenen heyet “ABD’deki bazı parkları inceleyip rapor vermeye” gönderilmiş! Önce yık, sonra “Park nasıl olur?” diye incelemeye gönder… Ne mantık ama…
Ayrıca, Türk halkının çoğunluğunun maddi sorunlar içinde yaşadığı bir ortamda “Yüzkarası Saray” için herhalde “Ayranı yok içmeye, tahtırevanla giderler AOÇ’nin içine...” demek daha doğru olacak!
Millet… Ulus…
Değerli mimar, bilim insanı, düşünür Prof. Dr. Bozkurt Güvenç’ten AOÇ bağlantılı, ama daha çok şu paragrafımı irdeleyen bir ileti aldım:“(Başbakan) Bununla da yetinmedi ‘Ulusalcılar önümüzü kesemeyecek. Biz milletin temsilcisiyiz…’ dedi. Koskoca Başbakan, Türkçe ile Arapçayı karıştırıyor. Türk Dil Kurumu sözlüğünde ‘ulus’ ve ‘millet’ şöyle tanımlanıyor: ‘Ulus: Dil, kültür ve ülkü bakımından birlik oluşturan topluluk, millet.’ Herhalde, ‘türlü–çeşitli’ sözleri de Başbakan için değişik anlamlar taşıyor olmalı!”
Sayın Güvenç’in iletisi aynen şöyle:
“AOÇ’nin kaderini gündemde tutuyorsunuz, elinize sağlık. Ülkeyi yönetecek Başkanlık Sarayı olarak tasarlandığı anlaşılan ‘AK Saray’ın büyüklüğü, sanımca, vizyon küçüklüğünden ileri geliyor. Ne acıdır ki Mimarlar Odası’ndan başka davayı savunan STK’ler sayılı…
TDK’nin son Türkçe Sözlük’ünde (11. baskı, 2011), millet’i esas alıyor, ulus’u eşit değil, eşanlam olarak veriyor. RTE’nin dilinde ve AKP sözcülerine göre ise bu iki sözcük eşanlamlı değil.
Millet bir din, cemaat ve ümmet birliği; ulus ise, dinsiz, imansız, Kemalist laikçi Cumhuriyetçilerin çağdışı kalmış topluluğudur. Onun için ‘Sünni milliyetçiler’ adına karşı çıktıkları ulusçulardan hesap sorma zamanı geldi deyip ve kendilerinde o hesabı sorma hakkını buluyorlar.
M. Kemal, bu ayrımı fark ettiği için, Laik Cumhuriyetin 10. yılından sonra ulus ve ulusalı kullandı. Batı’daki ‘nation’ karşılığı olan İslam-öncesi ulus, Osmanlı mirası din ve mezhep kalanlarından, dinler üstü, çağdaş bir millet inşa etme ülküsünün, yani Türk Kültür Devrimi’nin simgesidir.
Bernard Lewis, çağdaş Türkiye’nin doğuşunda, milletin, Arapça ‘milla’dan gelen anlamına yer verir. Peyami Safa’dan bu yana, milliyetçiler, kimi demokratlar, Muallimler Birliği, Aydınlar Ocağı üyeleri, 12 Eylül Atatürkçülerinin Türk İslam Sentezi ve DPT’nin (1983) Milli Kültür Planı, bilerek bilmeyerek ‘millet’ kavramını hep laik Cumhuriyet’e ve ‘ulus’a karşı kullandılar.
Gerçi, Mehmet Akif, Gökalp ve Akçura gibi dürüst milliyetçiler ve Herrriot ve Paul Dumont gibi M. Kemal’in bir millet inşa ettiğini yazan yabancılar yanında, milleti kullanan dürüst ulusçular ve laik Cumhuriyetçiler vardır; ama, İslamcı AKP sözcüleri bilinçli olarak ulusçuluğa karşı milliyetçiliği savunurken, ulusal birliğe karşı direniyorlar. Kaderin, feleğin cilvesi… ‘Yanlış hesaplar Bağdat’tan döndü’; şimdi, Şam’dan ve Tahran’dan da dönmesi bekleniyor!
Sözlükler ne dese, hatta eşit gösterse de, ülkemizde halen yaşanan kavganın adı, ‘millet-ulus birliği’ değil, ‘dinci millet-laik ulus” kavgasıdır. Onun için yeni anayasa bir türlü yapılamıyor. Kolay kolay da yapılamayacak gibi görünüyor. Korkum değil ama kaygım odur ki, ‘yeni anayasa’ ninnisi, hiç istemediğimiz bir iç çatışmanın sonucunu bekleyebilir.
Çünkü masallar çocuklar uyuyuncaya, büyükler uyanıncaya kadardır… İnsanlar rüyalarında rüya görmeye başlayınca, uyanma vakti gelmiştir…”
Yorum Gönder