Ankara’daki dostum, kardeşim, yol arkadaşım
Haluk Yalvaç, ocak ayı başındaki iletisinde şöyle
diyordu:
Bu yılki 24-31 Ocak Adalet ve Demokrasi
Haftası’nın ana başlığı; Uğur
Mumcu ölümsüzdür, daha çok Uğur Mumcu’yuz
şimdi...
İki tanımlama her şeyi özetliyordu.
Uğur Mumcu daha yaşarken ölümsüzlüğü yakalamış bir aydındı.
Gazeteciliğiyle, yazarlığıyla, militan duruşuyla, düşünceleriyle, mücadele
azmiyle harmanlayıp oluşturduğu kişiliği, onu benzersiz bir aydın
yapmıştı.
Onu katlederek bedenini aramızdan alanlar, yukarıda sıraladığımız
özelliklerinin de toplum katında erozyona uğrayacağını, kabul görmeyen, korkulan
değerler olacağını düşündüler.
Aradan 20 yıl geçti. Yani bir kuşak geçti ama Uğur
Mumcu’yu unutturamadılar.
Uğur Mumcu’nun
“ölümsüzlüğünün” yanına da gerçekten
“Daha çok Uğur Mumcu’yuz
şimdi...” duruşu yakışırdı.
Gün, ayağa kalkıp, “Ben Uğur
Mumcu’yum” deme günüdür.
***
24 Ocak 1993’te katledilen Uğur
Mumcu’nun öldürüldüğü yılı bir kesit olarak ele alıp,
bunun üzerinden saptalamalar yapanlar var.
O yıl Mumcu’nun ardından
Özal’ın ölümü, 33 erin şehit edilmesi, Sivas kıyımı
yaşandı.
Ancak Uğur Mumcu’nun katledilişine,
Atatürkçü, yurtsever kimliği öne çıkan, bu yanıyla sembol olmuş aydınların
ortadan kaldırılmasına yönelik hain bir planın parçası olarak bakmak daha doğru
bir yaklaşım olur.
31 Ocak 1990’da Prof. Muammer
Aksoy, 7 Mart 1990’da Çetin Emeç,
4 Eylül 1990’da Turan Dursun,
6 Ekim 1990’da Doç. Bahriye Üçok,
24 Ocak 1993’te Uğur Mumcu, 21 Ekim
1999’da Prof. Ahmet Taner Kışlalı,
18 Aralık 2002’de Dr. Necip
Hablemitoğlu katledildi.
Bu kıyımların her biri toplumu derinden sarstı, değişik şekillerde
etkiledi. Atatürkçüyüm demekten çekinenler oldu. Karşıdevrim adımları daha
pervasız ilerledi. Cumhuriyet değerleri ikincilleşmeye başladı.
İktidar sahipleri, geçmişin intikamını alma düşüncesini açıkça dile
getirdiler. Bu anlayışın kendi içinde seslendiricileri oluştu.
Bütün bunlara karşın, katledilen aydınları unutturamadılar. Çünkü onlar
gerçeği ve aydınlığı savunuyorlardı. Gerçek, zamanın çocuğudur, er ya da geç
ortaya çıkar.
Güneşi kapatmaya çalışan, kendisini karanlığa hapsetmekten başka bir
şey yapmaz.
Uğur Mumcu ve katledilen aydınlarımızı unutturma amacı da bundan başka
bir amaca hizmet etmedi.
***
Uğur Mumcu’ların bedenini ortadan kaldırmakla
ruhunu yok edemediklerini görenler, yöntem değiştirdiler.
Ne yaptılar?
Yöntemi tersine çevirdiler. Yani bedenlerini hayatta tutup, ruhlarını
öldürmeye giriştiler.
Bugün Türkiye’de yaşanan budur.
Yurtsever, Atatürkçü aydınların, gazetecilerin, akademisyenlerin,
askerlerin, tüm karanlığa karşı duranların hapse atılmasının, haklarında dava
açılmasının, karalama kampanyalarının hedefi haline getirilmesinin anlamı
budur.
Onlara yönelik bu saldırılarla birlikte hem etkisizleşmeleri hem de
toplumun tümüyle sinikleşmesi hedeflenmiştir.
Bu plan tutmuş gibi görünüyordu.
Ama tutmamıştır.
Çökmüştür.
Bugün “Uğur Mumcu ölümsüzdür” diye
haykıran herkes karanlığa karşı bir ışıktır.
Katledilişinin 20. yılında daha çok Uğur
Mumcu’yuz...
Yorum Gönder