Ülkemizdeki Adalet uygulamalarıyla ilgili öyle korkunç olaylar duyuyoruz ki, insanın inanası gelmiyor. Anayasasında “Hukuk
Devleti” yazan
Türkiye Cumhuriyeti’nin Adalet Bakanlığı ise, sanki
yaşananlar görev alanına girmiyormuş, sanki bu utanç verici olayların sorumlusu
değilmiş gibi, sadece seyrediyor.
Fırat kenarında kaybolan kuzudan bile
sorumlu olması gereken Türkiyeli Başbakan’ın Adalet anlayışını ise, Deniz Feneri
Davası hakkındaki tutumuyla öğrenmeyen kalmadı.
Adalet Bakanlığı AKP
İktidarında, özellikle “Ali Dibo” lakaplı Sadullah Ergin döneminde, adalet
dağıtan veya vatandaşın adlî kurumlarda uğrayacağı haksızlıkları düzelten bir
“Devlet Kurumu” olmak yerine, AKP muhaliflerini “sindiren”, direnen olursa yok
eden bir mekanizmaya dönüştürüldü.
İspatı mı; İşte İstanbul Özel Yetkili
12’nci Ağır Ceza Mahkemesi eski Üyesi
Yargıç Oktay Kuban!
Halen Yargıç
olan Kuban, aralarında Çetin Doğan’ın, Engin Alan’ın da bulunduğu 19 tutuklu
sanık hakkında tahliye kararı vermişti. Tahliye kararı vermeden önce Kuban’ın
yanına aynı adliyeden bir Yargıç geliyor ve “Ankara’dan emir var. Bu askerler içerde
tutulmak isteniyor. Eğer Çetin Doğan ve diğer Paşaları tahliye edersen, sokağa
çıktığında seni vuracaklar. Darbe karşıtı göstericiler adliyenin etrafını
saracak, sen de dışarı çıkamayacaksın” diyor.
Bu olay iki
yıldan fazla zamandır biliniyor. Peki, Adalet Bakanı ne yaptı?
Bu iddianın
üzerine gideceği yerde, tutuksuz yargılamadan yana olan; Tuncay Aslan-Yılmaz
Alp-Köksal Şengün-Erkan Canak-Zafer Başkurt-Kasım İlimoğlu gibi çok sayıda
deneyimli Yargıçların görev yerlerini değiştirdi!
Yargının gerçekten bağımsız
olduğu ülkelerde böyle bir olay yaşanmaz.
Yaşansa bile, Ankara’nın
ulaklığını yapan o tetikçi ve ona bu emri veren her kim ise burunlarından
yakalanır ve tutuklanırdı.
Eğer bir ülkede Yargı, bağımsız ve tarafsız
değilse o ülkede vatandaşlar
doğru-düzgün nefes bile alamaz.
İktidar bu vahşetin sebebi ise,
muhalefet partilerinin yapacağı tek ve en önemli iş, o iktidarı da rahat nefes
alamaz hale getirmek olmalıdır.
Parlamento çalışmalarını boykot etmekten,
istifa edip bu haksızlığı-hak hırsızlığını millete taşımaya kadar olan yolda tüm
demokratik tepkiler ve eylemler uygulanıp iktidar, adaletin yoluna getirilmeli
ve hesap sorulmalıdır.
Yargının iktidardan yana taraf olmasına ve adalet
yoluyla tetikçilik yapılmasına sessiz kalan muhalefet hiç olmasın daha iyidir.
Hiç olmazsa o zaman kendimizi, ülkede demokrasi var diye kandırmayız.
Faşist
bir yönetim sergileyen iktidara da, millet olarak anlayacağı dilden
konuşuruz.
Haysiyet sahibi her insanın içini kanatan ve hiçbir vicdanın
kabul edemeyeceği bir adlî haksızlık ise, sağlıkları son derce bozuk
tutukluların durumudur.
Değerli dostum Mete Akyol “Belgeler ve Gerçekler”
adında bir kitap gönderdi. Kitap tam-tamına 470 sayfa.
Sayın Mehmet
Haberal’ın tutukluluk sürecinde yaşadığı sağlık sorunları ve tıbbî raporları
içeren kitap, adaletin iktidarın emrinde olduğunun tam bir kanıtıdır.
Profesör Haberal’ın yanı sıra, Profesör Hilmioğlu ve Orgeneral Saygun’un da
ciddi sağlık problemleri var. Kaçmayacakları belli olan bu yaşlı insanların
tutuklu olarak yargılanmaları için Ankara’dan baskı yapılmadığını kim
söyleyebilir?
Ortada cevaplanmamış çok önemli ve Türkiye’nin geleceği ile
doğrudan alakalı bir iddia var. İddiada bulunan 26 yıllık tecrübeli bir
Cumhuriyet Savcısı.
İddia şu; “Deniz Feneri davasında, dolandırıcıları
ve suçluları koruyan bir Hırsızlar İmparatoru var.”
Türkiye’de
tecrübeli bir Cumhuriyet Savcısı böyle ciddi bir iddiada bulunacak Adalet
Bakanlığı ve HSYK, “Gel bakalım Sayın Savcı, kim bu kişi, kanıtların ne”
diye sormayacak! Bunun bir tek açıklaması olabilir. Hırsızlar İmparatorunun kim
olduğunu bunlar biliyorlar.
Eğer Ankara’da bir “Hırsızlar İmparatoru” varsa
ve Cumhuriyet Savcıları bu kişiyi tanıyorlar ama yakalayamıyorlarsa, yani bu
kişi Savcıların bile ulaşamayacağı biriyse, kim “Türkiye’de Yargı Bağımsızdır”
diyebilir ve hangi ebleh buna inanır?.
Sağlık ve başarı dileklerimle
24
Ocak 2013
RİFAT SERDAROĞLU
rifatserdaroglu@gmail.com
twitter.com/rifatserdaroglu
Yorum Gönder