24 Ocak 1993’ten bugüne geçen koskoca bir yıl 20 yıl...
Uğur’u anlatabilmek zor benim için...Mangal gibi bir yürek, atak, arı bir Türkçe!
Çok iyi bir konuşmacı!
Odamın penceresinden dışarıyı, mavi gökyüzünü seyrederken, 70’li yıllar geliyor aklıma.
Bir huysuz acıyla değil, sevgiyle dokunduğumuz mor menekşeler, zindanlar.
Hapislik günlerimiz...12 Mart’lar, 12 Eylül’ler...Gençtik, sevecendik, faşistlere karşı dimdik ayaktaydık.
Ölümden korkmuyorduk!
Bir kayısı dalında açan çiçektik, vişneçürüğü sevdaların peşindeydik.
Solcuyduk, devrimciydik...
Kırılıyorduk, ama ayaktaydık ey halkım unuttun bizi...
Uğur Mumcu’yu anlatamayız, ancak anlarız...Kalemini, yüreğini, gazeteciliğini, beynini!
Abdi İpekçi cinayetinin peşine Örsan Öymen’le birlikte nasıl düştüğünü gençler bilmez belki...
Devlet içindeki örgütlü silahlı güçleri, Hizbullah’ın devlet tarafından 1989 yılında Güneydoğu’da kurulduğunu, kontrgerillayı, gladyoyu Uğur’un yazılarından, kitaplarından öğrendik.
Yürürken, kafamda Uğur Mumcu’nun bombalı tuzakla katledilişinin 20. yılında neler yazacağımı kurguluyordum.
Birden aklıma “Rabıta” kitabı geldi...Almanya’da çalışan tarikatlar, din pazarlamacıları, Türkiye’ye gelen paralar, 12 Eylül sürecinde Suudi Arabistan’la olan ilişkiler...
Sonra, ölümünden üç gün önce İstanbul’da yaptığımız toplantı.İlhan Selçuk, Cüneyt Arcayürek, Uğur Mumcu, ben ve yönetimdeki arkadaşlarımız.21 Ocak 1993...
Günlerden perşembe... Nadir Nadi’nin bıraktığı oda...
Uğur, kuşkuluydu o gün...
Bir ara şöyle dedi İlhan Abi’ye:“İlhan Abi, seni ve beni öldürecekler!”
Acaba bir duyum mu almıştı bilmiyorum...
Bildiğim asla bombalı bir tuzak değil, silahlı saldırı beklediğiydi...
Zaten bunu sık sık söylemiş, gazete yönetimi 1990 yılında, Uğur’a ve bana, silah ve çelik yelek almıştı.
Böyle günlerde yazı yazmak, geçmişi anımsamak, bulanık ırmaklarda, mavisini yitirmiş denizlerde kürek çekmeye benzer.
Belleğimde salt Uğur yok bugün benim...Orhan Yavuz, Doğan Öz, Necdet Güçlü, Cavit Orhan Tütengil, Kemal Türkler, Ümit Kaftancıoğlu, Çetin Emeç, Musa Anter, Vedat Aydın, Savaş Buldan, Metin Altıok, Behçet Aysan, Ahmet Taner Kışlalı, Necip Hablemitoğlu ve niceleri...
Kimi silahla, kimi bombayla, kimi yangınla can verdi...Cinayetlerde tetikçilerin değil “vur emrini” verenlerin bulunması gerekir...
Devlet isterse tüm faili meçhul cinayetleri aydınlatır...Güldal Mumcu, kitabında tüm bunları ayrıntılarıyla anlatıyor zaten.Unutkan bir toplumuz...
Ölümlerde, acılarda tepki veriyoruz ama 24 saat sonra unutuyoruz.Derin gecelerde karanlık güçler işletiyor bu cinayetleri...
Kimi devlet içinde yapılanıp dışarıdan ya da içeriden besleniyor...
Hâlâ telefonun ahizesinde 24 Ocak 1993 Pazar günü öğle satlerinde beni arayan Işık Kansu’nun sesi:“Uğur Abi’yi öldürdüler, abi!”
Bir sızı düşüyor yüreğime...Cağaloğlu’ndaki o eski binamızda, soğuğa karşın terasa çıkıp, bir süre pembe ahşap konağa bakıp, yazıişleri katına iniyorum...
Günlerden pazar ama tüm arkadaşlar haberi duyup gazeteye gelmişler...
Gazetede derin bir sessizlik.
Gazete hazırlanıyor...
Ben akşam saatlerinde Ankara’ya gidiyorum...
Yorum Gönder