Ancak bir çete gibi çalışan, iktidarla işbirliği yaparak bu ülkenin gerçek aydınlarını küçük düşüren, sürekli hakaret eden, Türkiye’nin geçmişini güya hesaplaşma adı altında karalayanlar bunu asla görmek istemedi.
Anlattık, dedik ki “Bu bir süreçtir, amacı demokrasi olmayan, asıl hedefi Türkiye’deki laik demokratik rejimi devirip Arap tipi bir din devleti olanlar için bir son kullanma tarihiniz var. Bu tarih geldiğinde biliniz ki sizi de buruşturup atacaklardır, işte o zaman arkanızda kimse olmayacak” tınmadılar bile.
Sonra bütün antidemokratik yönetimlerde olduğu gibi buruşturup atılma dönemi de geldi çattı. Nice sözde aydın kendilerini en üstte, eller üzerinde taşındıklarını sandığı sırada “pat” diye bırakılıverdi.
Son örnek TV ekranlarından Atatürk’e ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesine saldırmasıyla ünlü bir tarihçi profesör. O kadar rahattı ki konuşurken. “Resmi tarihi” sorguluyordu kendince. Doğruları yok muydu, vardı elbette ama resmi olmayan tarih dinci zihniyetin 100 yıla yakındır yaptığı karalama operasyonlarına çanak tutmaktan başka bir şey de değildi. İşte bu tarih profesörünün de “son kullanma tarihi” gelmiş olmalı ki, hiç beklemediği anda buruşturulup atılıverdi.
Şimdi kendisi de şaşkın. Kendini tutamayıp diyor ki “Geçmişte ateist olduğumu söylememe rağmen İslamcılar beni el üstünde tutuyordu. Ben de bunu onların demokratlığına yoruyordum. Hakikaten diyordum, demek çok demokratlar. İnsanları inançlarıyla değil, söyledikleriyle değerlendiriyorlar. Meğerse öyle değilmiş.”
Neden ve nasıl anlamış bunu?
Çok basit, bu zihniyeti demokrat sandığı için örneğin Necip Fazıl Kısakürek’in söylendiği gibi birisi olmadığını söylemiş. Ya da Kanuni’nin “resmi tarihteki” gibi ömrünün at sırtında geçmediğini anlatmış. Sonuç, “Bu kadına inanmayın” karalaması. Daha da ötesi, bugüne kadar kendi kanallarında sundukları maddi olanakları bir anda kesivermeleri. Yani işten atmaları. Bu kadın tarihçi, buruşturulup atılacak sözde aydınların ne ilki ne de sonuncusu.
Son birkaç yıldır, kendini çok önemli sanan ve iktidara payanda olarak hep tepelerde kalacağını sanan ne kadar çok sözde aydının yok olup gittiğini herhalde biliyorsunuz. Ama yine de akıllanmıyorlar.
Bilmiyorum belki Türkiye’ye verdikleri zararın muhasebesini yapıyorlardır. Ama ne çare. Onlar için vakit çok geç artık.
Eski siyasetçilerden iş adamı İsmail Amasyalı 20 yıl önce yaşadığı bir olayı anlattı. O günlerin atmoferinin de kavranması için sizlerle paylaşmak istiyorum:
“1992‘de İstanbul’da NATO toplantısı nedeni ile Başbakan Demirel, Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş, Daily News gazetesi sahibi İlnur Çevik’le Conrad otelde öğle arasında sohbet ediyorduk.
İlknur Çevik Demirel’e bir soru sordu. ‘Sayın Başbakan hiç uyuyamadığınız bir gece var mı?’ Demirel; ‘Var İlnur Çevik var’ dedi ve devam etti; ‘Yalnız ben değil Genelkurmay Başkanı Doğan Paşa da uyumamıştır. Şırnak’ta o akşam devlet düşmekte, Şırnak teslim alınmak üzere idi. DYP il başkanı yani benim il başkanımın evinden de asker ve polise silah atılmakta idi. Bak İlnur, şu anda benim en yakın siyaset arkadaşlarımın dava arkadaşlarımın bazıları Kürt kökenlidir. Şimdi onlara ‘çıkın kürsüye ve biz PKK’ya karşıyız deyiniz‘ desem çıkarlar tereddüt etmeden PKK’ya karşı olduklarını söylerler. Ancak desem ki ‘çıkın Meclis kürsüsüne biz Kürt devletinin kurulmasına karşıyız deyiniz’ hiçbiri çıkıp bu sözü söyleyemezler. İşte Türkiye’nin sıcak karnı budur.”
Bazı gazetelerde ve internet sitelerinde yayınlanmasına rağmen kamuoyunda pek ses getirmeyen bir haber Türkiye’nin nasıl bir tehdit ve tehlike karşısında olduğunu gösteriyor hepimize.
Haber Pakistan Today gazetesinde yayınlandı. Habere göre Pakistan’ın serbest bırakacağı bazı Taliban liderleri Türkiye’de yaşayabilecek. Türkiye, Afganistan ile Pakistan arasında süren görüşmelerin Türkiye’de yapılmasını öneriyor. Bunun için Dışişleri’nin bir karar alabileceği belirtiliyor.
Aslında konu daha önceden görüşülmüş ama henüz sonuç alınmamış. Buna karşın Pakistan kaynakları Türkiye’nin en azından Taliban’a rahat bir ortam sağlama konusunda hazırlıklar yaptığını iddia ediyor.
Bunun yaratacağı faciayı herhalde aklı başında herkes görüyordur. Taliban’ın Türkiye gibi, demokratik, modern bir ülkede konuşlanması hâlinde çok rahat edeceğini ve Türkiye’nin bir süre sonra terör üssü hâline geleceğini anlamak için kâhin olmaya gerek yok.
İktidardan bu haberlerin yayınlandığı günden beri herhangi bir yalanlama gelmemesi de bu konudaki şüpheleri artırıyor. Daha önce de 10 bin Taliban militanının Suriye’de savaştığı, büyük bölümünün Türkiye’de barındığı ve eylem için Suriye’ye geçtiği haberleri yayınlanmıştı.
Bu habere de henüz bir yalanlama gelmedi.
Şu anda emekli olan, bir bankanın genel müdür baş yardımcılığına kadar yükselmiş okurlarımdan Y. I. bir bankacı olarak kendisini de çok şaşırtan bir uygulamayı anlatmış mesajında. Pek çok kişin başına geldiğini sandığım bu uygulamayı sizlerle paylaşmak istiyorum:
“Sayın Can Ataklı; yazılarınızı iyi takip eden biri olarak bana çok enteresan gelen bir konuda sizlere bilgi sunmak istedim. Bendeniz, geçmişte belli bir dönem banka genel müdür başyardımcılığı yapmış olup, kamuyu ilgilendiren bir çok konuda hassasiyet gösterdiğinizi bildiğim için, bu mail’i dikkate alacağınızı ümit etmekteyim. Ziraat Bankası’ndan kullanmış olduğum ipotek karşılığı işletme kredisi, yasal süre içerisinde geri ödenerek tarafımca kapatılmıştır.
2011 yılında ipotek fek yazısı ücretsiz alınmış ancak tapu kaydı benim ihmalim yüzünden gereği yapılamamıştır. 2013’te tarih gecikmesi nedeniyle tekrar fek yazısının talebim karşılığında 550 TL harç bedeli istenmiştir. Borcunu sağlıklı bir şekilde ödeyenler için bir daha kredi kullanma cezası mıdır, anlamakta güçlük çekmekteyim. Sayın Ataklı bu uygulama yalnızca benim için değil, sıkışıp kredi alıp da zamanında ödeyen bireyler için harç mı yoksa haraç mı?
Bu haksız uygulamanın tarafınızca kamuya duyurulmasını özellikle istirham ediyorum. Saygılarımla.
Yorum Gönder