Başbakan Erdoğan artık “İlker Başbuğ’a terörist diyeni tarih
affetmez” diyor! Böylece Erdoğan, “uzun tutukluluğa” itiraz ederek
başlattığı tutumunu, “yargılayanları affetmem” noktasına kadar getirtmiş
oldu!
2008’de “Ergenekon davasının savcısıyım” diyen Erdoğan’ın, 2011’de
“Ben bu davanın ne savcısıyım, ne hâkimiyim, ne de avukatayım” noktasına
gelmesi, 2013’ün başında ise asker sanıkların safına yanaşması önemli.
Kuşkusuz bu köklü dönüşüm, kimi siyasi hesaplar nedeniyledir. O siyasi hedefi
de Erdoğan’dan bir gün önce Cumhuriyet gazetesine açıklama yapan
Eric Edelman veriyordu. ABD’nin eski Savunma Bakan Yardımcısı ve eski
Ankara Büyükelçisi, “Erdoğan, Ergenekon davasından yararlandı ama şimdi
davayı açanlarla çatışıyor” diyordu.
Edelman bu sözlerle, aslında F Tipi Cemaat ile Abdullah Gül’ün
arkasında olduklarını da ilan ediyordu!
TSK, 1995’TEN SONRA “TERÖRİST”
İlker Başbuğ’a, daha doğrusu Türk Ordusu’na, bu davayla birlikte
terörist denmedi kuşkusuz… Bu dava bir sonuçtur. Türk Ordusu, Pentagon’a göre
1995’te düzenlediği Çelik Harekâtı ile birlikte “hizadan çıkıyordu” ve
dolayısıyla “terörist” oluyordu!
Hayır, ABD’nin Muavenet’i vurmasını, Kuzey Irak’ta 11 subayımızın kafasına
çuval geçmesini anımsatmayacağız size.
Ama bugün Türk Subayının, ABD’nin işbirlikçileri tarafından nasıl terörist
ilan edildiğini, tanıklıklarla anlatmamız gerekmektedir.
Tanığımız, Hasdal’da bir Amiral, Semih Çetin. Kaynak
Yayınları’ndan çıkan kitabında “Bir İhanetin Öyküsü”nü anlatıyor:
DIŞİŞLERİ BAKANI’NA İTİRAZ
Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Hayri Kıvrıkoğlu’nun, Kıbrıs Türk Barış
Kuvvetleri Komutanı olduğu yıllar. Yani 2006 – 2008 yılları arası. Semih
Çetin de Genelkurmay’da Yunanistan Kıbrıs Dairesi Başkanı.
Kıbrıs meselesinin ağırlığıyla gündemde olduğu, hem ABD’nin hem de AB’nin
Türkiye’yi sıkıştırdığı günler…
Semih Çetin dönemin Dışişleri Bakanı’na bir toplantıda şöyle der:
“Sayın Bakanım, kusura bakmayın ama Annan Planı benzeri bir çözüm önerisine,
Genelkurmay Başkanlığı olarak bir daha olumlu görüş vermeyiz!”
“Yüzünde devamlı bir gülümsemeyle dolaşan Bakan’ın suratı asılmış, tek bir
söz bile etmemiş” bu kuvvetli itiraz karşısında…
Ancak o gün terörist ilan edilmişti Semih Çetin!
TÜRK SUBAYI ARACINI ABD’YE ARATMAZ!
Yine o günlerde ABD Büyükelçiliği’nin verdiği bir resmi resepsiyona gider
Semih Çetin. Ancak girişte resmi arabasını aramak isterler. Onurlu Türk
subayı tepki gösterir ve orayı terk eder.
Büyükelçi yolda telefonla ulaşır, özürler diler ama Çetin’i
resepsiyona geri döndüremez.
Oysa o günlerde, İstanbul’a gelen ABD Başkanı’nın korumaları, sıraya dizilmiş
AKP’li Bakanların avuç içlerini “güvenlik” gerekçesiyle kontrol bile
edebiliyordu…
SUBAYINA TERÖRİST DEDİRTMENİN AYIBI
Resmi aracını ABD makamlarına aratmayan onuruna düşkün Türk Subayı,
sonrasında “silahlı terör örgütü” üyesi olmak iddiasıyla tutuklandı.
Yoksa siz de Çetin’in kimi “komutanları” gibi hukuk mu dediniz? İşte
hukuk: Savcı, “Çok uzatmayın avukat hanım, biz ne savunmalar gördük, sonuç
değişmedi” dedi. Savcı odadan çıktı. Semih Çetin koridorda bekliyordu.
Emir subayı elindeki telefona gelen mesajı gösterdi. Tutuklanma istemiyle
mahkemeye sevk edildiğini televizyon alt yazı olarak geçiyordu!
Semih Çetin de, zindandaki 400 subay ve astsubay da neden “terörist”
ilan edildiklerini biliyor: “Cezaevinde bulunmamızın nedeni, Doğu Akdeniz’de ABD
ve Batı Avrupa’nın çıkarlarına engel teşkil etmemiz ve artık bölgede en güçlü
donanmaya sahip olmamızdı.”
Erdoğan şimdi “tarih affetmez” diyorsa da, bu ayıp en başta
kendisinindir. Ve Semih Çetin’in Deniz Kuvvetleri Komutanı’na yazdığı
mektuptaki şu satırlar, subayına sahip çıkamayan hepimizin utancıdır:
“Komutanım, bir asker için en büyük şeref şehit olmaksa, en onur kırıcı olay da
herhalde düşmana esir düşmektir. Ancak bu makam ve rütbeyle savaşta düşmana
esir düşseydim, inanıyorum ki bana davranışları bu kadar onur kırıcı
olmazdı.”
Yorum Gönder