Günlerdir basın-yayın organlarında ve elektronik posta yazışmalarında CHP’li İzmir milletvekili Birgül Ayman Gülerin TBMM kürsüsünde yaptığı bir konuşma sırasında söylediği bir tanımlama, gerek İktidar gerekse Kürt Milliyetçi grubu tarafından ırkçılık yakıştırmaları ile saldırıların odağı haline getirildi. Aralarında Kürt kökenlilerin de bulunduğu eski öğrencilerim bu konuda fikrimi soruyor ve görüşlerimi öğrenmek istiyorlar. Oysa ben bu konudaki görüşlerimi daha önceki yazılarımda defalarca belirtmiştim. Yine de bu karmaşa ortamından istifade ile bazı görüşleri tekrarlamanın bir zararı olmayacağına inanıyoruz.
Önce tartışmaya neden olan ifadeyi ele alalım. Birgül hanım konuşması sırasında "Türk Milleti ile Kürt Milliyetçiliğini Bir Tutamazsınız" demiş. Meclisteki Türk ve Kürt kökenli fanatikler fırsatı kaçırmamış ve adeta mal bulmuş Mağribi gibi bayan milletvekiline ve onun ait olduğu CHP’ye salvo ateşine başlamışlar.
Soru şu: Bu ifadeyle milletvekili hanımımız kürt kökenli yurttaşlarımız aşağılamakmı istemiş? Böylece onları küçümseyerek hakaretmi etmiş? Veya Türk kökenli yurttaşları yücelterek ırkçılık mı yapmış? El cevap, hiçbirini yapmamış.”Türk ulusu” anlayışının yüceliğini belirtmek istemiş, Ulus kavramının, ırk kavramının çok ötesinde olduğunu belirtmeye çalışmıştır. Türkiye Cumhuriyetinin yüce meclisi bu gibi ifadelerin bolca kullanılması gereken bir yer olmalıydı ve millet vekili seçilmiş hiç kimse bu konuda yanlış anlamaya düşmemeliydi ama ne yazık ki olmuş ve entel bir milletvekilinin haklı ve doğru konuşması değişik amaçları olan siyasi kişiler ve gruplar tarafından bir ırkçı saldırı olarak algılanmış ve öyle yansıtılmıştır.
Bilim adamları yüz yıllardır bir millet nedir? Sorusunun cevabını aramış ve milleti değişik donelere dayanarak açıklamaya çalışmışlardır. Sonuçta iki temel düşünce sistemi satha çıkmış; Millet tanımını toprak, dil, din, ırk birliği gibi objektif donelere dayanarak açıklamaya çalışan “Objektif Görüş” ve millet tanımını ülkü, duygu, düşünce, ideal birliği gibi sübjektif donelere dayanarak açıklayan “Sübjektif Görüş”. Biz Atatürk Milliyetçiliğinin temel yapısındaki millet anlayışını, derslerde bu verileri teker teker ele alır ve tartışarak yapacağımız millet tanımı içine girsin mi girmesin mi oylar ve hemen hemen bütün fakültelerde sonuçta hep aynı tanıma ulaşırdık.
Atatürk milliyetçiliği işte bu çağdaş millet tanımının farklı bir ifadesidir ve objektif ve sübjektif donelerin olumlu bir karışımından meydana gelir. Şöyle ki sübjektif doneler tüm olarak alınır, objektif donelerden Din ve Irk birliği dışarıda bırakılır ama müşterek anlaşmanın temelini teşkil eden dil birliği ve üzerinde yaşanacak Vatan denilen topraklar tanıma dâhil edilirse ortaya şöyle bir tamın çıkar:
“Belirli bir toprak parçası üzerinde yaşayan, aralarında dil, duygu, ülkü ve kültür birliğinin (Tarih birliği Kültür birliği içinde kabul edilmiştir) oluştuğu bir toplumdur.”
Bu tanıma göre de “Atatürk Milliyetçiliği” olarak adlandırdığımız çağdaş milliyetçiliği de kısaca “ Vatan ve milletini sevmek ve onu yüceltmek için her türlü gayreti göstermek” olarak tanımlarız. Atatürk Milliyetçiliğin temel şartlarından birinin “ Irkı, kökeni ne olursa olsun ruhen ve vicdanen kendisini Türk olarak kabul eden herkesi Türk milletinin bir ferdi olarak kabul etmek ve onu hiçbir şekilde dışlamamak olacağını ve ulusun yüceltilmesinin birlikte başarılacak bir görev olduğunu belirtiyorduk.
Bu arada en önemli tartışmalar bazı fakültelerde Irk birliği ve bazı fakültelerde de Din birliğinin de Millet tanımı içine alınmasının gerektiği üzerinde oluyordu. Her iki konuda tarihsel ve güncel olaylardan örnekler verilerek dikkatlice tartışılıyor ama sonunda her ikisinin de çağdaş millet tanımına uygun olmadığı sonucuna varıyorduk.
İlahiyat fakültesi öğrencilerinin tümüne yakın bir kısmı Din birliğinin de bir milleti tanımlamak için gerekli olduğu görüşünden asla taviz vermek istemiyorlardı. Pozisyonları farklıydı. İlahiyat okuyorlardı ve din onlar için en önemli kurumdu. Burada asıl sorun büyük bir çoğunluğun milletin ne olduğunu anlamak istememeleri ve Millet anlayışına direnç göstermek istemelerindeydi. Millet ve Milliyetçilik anlayışını sanki gereksiz görüyor ve yerine dinsel esaslara dayalı “Ümmet” anlayışını temel almak istiyor gibiydiler. ”Ne demek Türklük- Kürtlük, hepimiz aynı peygamberin ümmeti değimliyiz” veya daha sonraki yıllarda bazı AK Partili yöneticilerin söylediği gibi“sen ne mutlu Türküm diyene dersen birileri de çıkar ne mutlu Kürdüm diyene der” gibi cümleler kullanabiliyorlardı.
Mesela: Hangisinin dış dünyadaki başarısı sizi daha mutlu eder, Rum asıllı bir Türk vatandaşının mı? Yoksa İranlı bir Müslüman’ın mı? Şeklinde sorduğumuz basit bir soruya başlangıçta %100’e yakın bir oranda, “tabii ki İranlı Müslüman kardeşimizin” cevabı veriliyordu. Konunun biraz üstüne gittiğinizde Yahudi veya Rum Türk olamaz ki. Onlar Yahudi Milletine, Rumlarda Yunan Milletine mensuptur, Türk olamazlar ki yanıtını alıyorduk. Onlara Müslüman olmayan Rum, Ermeni, Yahudi, Mecusi hatta Müslüman olan Arap, Kürt, Laz, Çerkez, Tatar vb.. değişik ırk, soy ve dinden olan insanların da o milletin şerefli ve her türlü hak ve hukuka sahip üyesi olabileceğini uzun uzun anlatıyor ve onların Çağdaş Türk Milliyetçiliği veya Atatürk milliyetçiliği olarak adlandırdığımız millet ve milliyetçilik anlayışını yerleştirmeğe çalışıyorduk.
Bence günümüzde PKK ile birlikte ayrılıkçı güçler bu anlayış içinde Irkçılığı öne çıkarıyorlar. Onların da Atatürk Milliyetçiliğini iyi anladıklarından emin değilim. BDP’li Sırrı Sakık çıkıp CHP’ye “geçmişte partinin yaptıklarından dolayı özür dileyeceksiniz” derken “Kafkaslardan, Boşnaklardan gelenler siz bu ülkenin sahipleri değilsiniz” sözleriyle ne demek istediğimizi adeta doğrulamış oldu. Tabii bu sözlerim Güneydoğu sorununu demokratik ve barışçı yollardan çözmek için çaba gösteren Türk veya Kürt asıllı Türk aydınlarınadır. Yok, eğer bu gerçekler biliniyor ve hala sorunun ırkçı bir yaklaşımla, yani ayrı bir devlet kurma veya Kuzey Irakta kurulan bir Kürt devletine katılım hayal ediliyorsa (ki galiba gerçek bu) o zaman ne kadar iyi niyetle düşünürseniz düşünün kavga kaçınılmaz olacaktır.
İlahiyatçıların Irkçılıkla bir sorunları yoktu. Belki bu nedenle aynı kaynaklardan yetişen günümüz liderleri gerek Kıbrıs, gerekse Azerbaycan-Ermeni ilişkilerinde daha serbest hareket edebiliyorlar. Onlar; tıpkı günümüz yöneticileri gibi, dinle yatıp dinle kalkıyor, dinsel anlayışı günlük yaşamın bütün alanlarına hâkim kılmanın hasretini çekiyor gibiydiler.
Bütün ters iddialara ve olumsuz yansıtılmasına rağmen, Türkiye Cumhuriyeti bir ulusal devlettir. 11 Yıllık bir savaş dönemi sırasında, sonradan devleti kurmakta başrolü oynayan askerler, Türk Halkını hem çağın gelişmelerine uydurmak, hem de gelecek yüzyıllarda yeniden Osmanlının son acı günlerine dönmesini önlemek için imparatorluk ve çok ulusluluk anlayışını terk edip bir ulusal devlet kurmanın şart olduğunu anlamışlardı. Türkiye Cumhuriyeti O muhteşem imparatorluğun dağılmasıyla yurtlarından sürülen, kovulan, kaçan değişik dil, din, ırk ve mezhepten gelen milyonlarca insan için bir sığınak olmuştur. Yıllar sonra bir ırka mensup insanların bu ulustan ayrılma gayretleri içinde olması ve Türk Ulusal devletini sadece bir seçim döneminde yönetmek için seçilen yöneticilerin de bu konuda ayrılıkçılara destek verir tarzda konuşmaları çok ciddi ve talihsiz bir olaydır.
Dr. M. Galip Baysan
Yorum Gönder