Emeğin kurumsal temsilcisi ve sınıf örgütü
olan sendikalar; çalışanların çalışma yaşamlarına ilişkin sorunlarını
çözmek, ortak hak ve çıkarlarını koruyarak geliştirmek için kurdukları
ve örgütlendikleri yapılardır. Bütün çalışanların siyasal görüşüne
bakmaksızın din, dil, ırk ve cinsiyet gibi ayrım yapmadan bütün
emekçileri kapsamında toplamak isterler. Ekonomik ve demokratik birer
tüzelkişiliğe sahip sendikaların, evrensel ölçekte uzun ve çekişmeli bir
mücadele tarihleri vardır ve kapitalizm ile birlikte ortaya
çıkmışlardır.
Kapitalizmin doğduğu 17. yüzyılda, işçi sınıfının
yaşam koşulları bugünlerle kıyas edilemeyecek kadar ağırdı. Hastalıklar,
iş kazaları, sakat kalma ve ölümler iş güvenliği ve iş güvencesinin
olmaması, uzun çalışma saatleri, kaderleri ve kederleri aynı olan
insanlar tüm zorluklara karşın ortak davranma eğilimlerini birleştirerek
önceleri dayanışma dernekleri ve yardım sandıklarını kurdular. Bu
yapılar zamanla daha da gelişerek ve örgütlenerek bugünkü manada
sendikal hareketlere dönüştü.
Sendikal hareketin doğuşu
Sanayi
devrimi sonrası önce İngiltere’de ortaya çıkan sendikal yapılar daha
sonra ABD, Fransa ve Almanya’da da görüldü. Ülkemizdeki sendikal
hareketin doğuşu ve tarihsel gelişimi Batı’daki gelişmelerle paralel
gitmediği gibi hayli geriden takip ettiği de söylenebilir. Bununda
sosyal, siyasal ve ekonomik nedenleri vardır. Askeri darbelerle sık sık
kesintiye uğrayan demokrasimiz, hak ve özgürlük ihlalleri, örgütlenme
önündeki engeller, yasakçı yasalar, özgür ve demokratik bir sendikal
geleneğin oluşmasına engel olsa da DİSK’in kuruluşu ve 1980 öncesi
mücadele süreci dışındaki zaman diliminde Türkiye sendikal haraketinin
olumlu örnekler verdiği söylenemez.
Toplusözleşmelerde başarısızlık
Gorbaçov’la
başlayan SSCB’de değişim hareketi, emperyalizmin öngörü ve istemine
hizmet ederken, Sosyalist Blok’un çözülmesine neden oldu. Dünya
genelinde olduğu gibi ülkemizde de sendikal mücadelenin ivmesi giderek
düştü. Böylece kapitalizmin bunalımına bağımlı olarak emek hareketinin
ve dolayısıyla sendikal hareketlerin kriz süreçleri de başlamış oldu.
Bir taraftan işçi sayısı artıyor ama diğer taraftan sendikalı işçi
sayısı azalıyordu.
Dünya çapında bu sayısal büyümeye karşın
1960-1970’li yıllara oranla Fransa, ABD ve Türkiye gibi kimi ülkelerde
sendikalı üye sayısı şaşırtıcı boyutta düşüyordu. İşçi sınıfının nicel
olarak büyümesine rağmen sendikal hareketlerin gelişme gösterememesi
sendikal bir kriz olarak değerlendirilmelidir. Bugün için sendikal
hareketlerde bir kriz vardır. Bunun nedenleri de ciddi olarak
araştırılmalıdır. Şayet bu nedenler doğru dürüst saptanırsa çözüm
yollarında yanlışlığa düşme olasılığı da o oranda azalır. Mevcut
dağınıklık her geçen gün artarak devam ediyorsa sendikal krizde giderek
derinleşiyor demektir. Bugünün Türkiyesi’nde grev ve toplusözleşmelerde
belirgin bir başarısızlık görüyoruz. Grev ve toplusözleşmeler bir sınıf
örgütünün en hayati işlevlerinden birisidir. Hak aramanın bir aracı
sayılan grev sayısında bir azalmayı hayatın her alanında görmek
mümkündür. Sermaye doğası gereği grev kırıcılığı yapacaktır. Bu grev
kırıcılığını yaparken de işyerlerini kapatmak ya da başka yerlere
nakletmek gibi çeşitli yöntemleri kullanabilir. Bütün bunlar sermayenin
başvuracağı durumlardır. Yalan ve demogojiler sınıf örgütüne karşı
kullandığı argümanlarıdır. Burada önemli olan sendikal hareketin
göstereceği direnç ve mücadele azmidir. Sermayenin tehdit ve şantajına
karşın emek hareketinin grev yapmaktan çekinir hale geldiklerini
bilmemize rağmen, sendikaların ciddi bir seçenek sunamamaları işçilerde
bir güven bunalımı yarattığı açıktır.
Sendikal demokrasi
Bir
örgütü canlı tutan en büyük etmen hiç şüphe yok ki sendikal
demokrasidir. Söz ve karar süreçlerinde alınan kararlarda, uygulanan
politikalarda üyeler kendilerini görmek isterler. Bu olmadığında
bürokratik sendikacılık egemen olur bu da beraberinde yozlaşmayı
getirir. Gelenekçi sendikaların en belirgin zaaflarından biridir. Bu da
işçi sınıfının kendi öz örgütünden giderek soğumasına ve uzaklaşmasına
neden olur.
Sınıf örgütleriyle siyasal iktidarlar hep çelişir. Sınıf
örgütü, işçileri; siyasal iktidar da sermayeyi gözetir ve korur. İşçi
sınıfının talepleri siyaset alanında gerektiği kadar yer bulamamıştır.
Sendikaların, sivil inisiyatiflerden ve baskı gruplarından yeterince
yararlandığı söylenemez. Başta ülkemiz olmak üzere emperyalizme bağlı
tüm uluslarda ciddi bir sendikal kriz vardır ve içinde bulunduğumuz bu
kriz de giderek derinleşmiştir. Ama ne yazık ki bu krizlerin doğru
yönetilmediği ve doğru önderlik yapılamadığı da açıktır. Geleneksel
sendikal anlayış bir çıkmaz içinde olup günü kurtarma babında düzenle
daha çok bütünleşmeyi, sermayeyle daha çok uzlaşmayı düşünüyor. Halbuki
Türkiye sendikal hareketinin geçmiş deneyimleri başta Kemal Türkler
olmak üzere DİSK’in kuruluş aşamasından 80’li yıllara kadar sınıf ve
kitle sendikacılığının ve direnişinin güzel örneklerini verdiler.
“Çanlarına ot tıkayacağım” diyen bir çalışma bakanına karşı hiç susmadan
genel grev çağrısı yaparak 15-16 Haziran Büyük İşçi Eylemi’ni
örgütlediler. Yeraltı Maden-İş Genel Başkanı Çetin Uygur’lu Yeni Çeltek
ve Aşkale direnişleri ve TARİŞ direnişi, DİSK’in kapılarını alabildiğine
sol ve sosyal demokrasiye açan DİSK’in genel başkanları Abdullah
Baştürk, Rıdvan Budak, Kemal Nebioğlu, Süleyman Çelebi ve Türk-İş’e
bağlı Hava-İş Sendikası Genel Başkanı Atilay Ayçin gibi sendikal
önderler unutulamazlar.
Evrensel boyutta içinde bulunduğumuz
süreç hem liberalizm hem de sol açısından bir sınıf örgütü olarak
sendikaları yeniden tanımlama, işlevlerini yeniden anlatma gereksinimi
vardır ve sendikaların, işçilerin, bugünkü yaşam süreçlerine ve politik
arenaya daha fazla müdahale etmeleri gerekmektedir. Düne oranla bugün
görev ve sorumluluk üstlenmek bir yurtseverlik görevidir. Ama ne yazık
ki onları yöneten örgüt yöneticileri kendilerinin bir sınıf örgütünün
temsilcileri olduklarını bildikleri halde dünün örgütlenme ve mücadele
anlayışından ve buna uygun örgüt yapısını yaratmaktan hayli uzakta olup
siyasal iktidarın sivil toplum örgütü kavramına uyum sağlayan bir
noktaya savruldular.
Sonuç!
Devrimci Sağlık-İş Sendikası Genel Başkanı Dr. Arzu Çerkezoğlu’nun dediği gibi, “Türkiye’de
sendikal hareketin krizi uzun süredir gündemde. Uzun bir aranın
ardından SGK verilerine dayanarak açıklanan sendikal istatistikler,
ücretli çalışanın sendikalı oranının yüzde 10’un altında olduğunu
gösterdi. Bu durum kuşkusuz sermaye ve hükümet işbirliği ile işçi
sınıfının sendikasızlaştırılması için yürütülen sistematik saldırıların
sonucu. Ancak bizler açısından üzerinde durulması gereken diğer bu nokta
da, değişen sınıf yapısını kavramakta zorlanan geleneksel sendikal
anlayışın değiştirilmesi ve sınıf hareketinin bugün bu kuşatmayı ortadan
kaldırması zorunludur”.
Bugün daha geç olmadan geçmişin
devrimci mirasını daha da fazla tüketmeden gelenekçi sendikal harekete
karşı yeni bir devrimci örgütlenmeye ihtiyaç vardır.
Hüseyin Özkahraman Eski CHP Bahçelievler İlçe Başkanı
Yorum Gönder