Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Balyoz davasından hükümlü olan ve kalp
ameliyatı geçiren E. Orgeneral Ergin Saygun’u önceki hafta hastanede
ziyaret etmesi geniş yankı uyandırdı. Yapılan yorumlara ve ziyaretin
hemen ardından gelişen olaylara bakılırsa küçük bir siyasal depremin
yaşandığı bile söylenebilirdi.
Nitekim artçı sarsıntıların gelmesi gecikmedi. Bu ziyareti AKP’nin
askerlerle uzlaşma girişimi diye okuyan ve bu durumu kendilerine yönelik
bir tehdit olarak algılayan Cemaat, Erdoğan’a yeni “28 Şubat”
soruşturma dalgalarını başlatarak cevap verdi. Son bir hafta içinde çoğu
emekli general olmak üzere 7 subay daha tutuklandı.
Erdoğan’ın ziyareti, hukuku katledenlerin cinayet mahalline dönüşü
gibiydi. Samimiyetten uzak, suçu başkasının (ortağının) üzerine yıkmaya
dönük ve ince siyasal hesaplarla yapılmış diplomatik bir ziyaretti.
Anımsanacağı gibi Başbakan Tayyip Erdoğan, bu hastane ziyaretinden önce
katıldığı bir televizyon programında da Ergenekon, Balyoz, askeri
casusluk ve bu dönemde açılan benzer diğer davalardaki tutuklu
yargılamaları, amirallerin /generallerin “teröristlikle” suçlanmalarını
beklenmedik bir şekilde eleştirmeye başlamıştı.
Peki, ne oldu da Ergenekon, Balyoz ve bağlı diğer soruşturmalar için
“Ben bu davaların savcısıyım” diyen Başbakan Erdoğan biden bire tavır
değiştirdi? Davalara hukuk dışı bir müdahalede bulunarak, “Şimdi
statükonun temsilcileri, darbeciler Silivri’de hesap veriyor” diyen
kendisi değil miydi?
Cemaatle ittifak halinde, adliye ve poliste oluşturdukları yasadışı
yapılanma ile Ergenekon, Balyoz vb. tertiplerini hazırlayan; muhalif
aydınları, gazetecileri, politikacıları ve askerleri yıllardır
zindanlarda tutan Madagaskar hükümeti miydi?
Böyle olmadığına göre, ortada çok önemli bir siyasal tutum
değişikliğinin bulunduğu ortada. Dolayısısıla Erdogan'ın hastane
ziyareti Türkiye’nin yeni bir döneme girdiğini gösteriyordu. Önemi de
buradaydı.
Öyle anlaşılıyor ki, muhalefete ve cumhuriyetçi güçlere karşı hukuk ve
ahlak dışı yöntemlerle saldıranlara, birileri ölçüyü kaçırdıklarını
söylüyor. Bu nedenle AKP liderliği bütün kazanımlarının yitirilmesiyle
sonuçlanacak sert bir kırılmanın gerçekleşmesinden korkuyor ve ortamı
“normalleştirmeye” çalışıyor.
Bu nedenle Başbakan Erdoğan’ın bu tavır değişikliğinin siyasal
sahtekârlık ve ahlak boyutunu bir yana bırakırsak eğer, AKP Hükümeti’nin
eski rejimin unsurlarıyla örtülü bir uzlaşma aradığını siyasal/tarihsel
bir durum olarak saptamamız gerekiyor.
***
Ergenekon tertibiyle başlatılan tasfiye ve rejim değişikliği sürecinin
sonuna gelindiği ve Birinci Cumhuriyet’in işinin bitirildiği
anlaşılıyor. Elbette bu sonlandırma Cumhuriyetten geriye ne kaldıysa
tamamını kazıma anlamına gelmiyor. Durum daha çok, cumhuriyetin
başlangıç ilkeleri ve kuruluş varsayımları ile siyasal İslamcı sağın
dinci programı arasında ortalama almak şeklinde gelişiyor.
Kuşkusuz uzlaşma arayışının diğer bir nedenini de Suriye politikası
oluşturuyor. ABD ve Batılı ortaklarına borçlu olduğu iktidarının
diyetini ödemek zorunluluğunu duyan AKP, kendi ordusuyla daha fazla
kavga ederek Ortadoğu’da iddialarını sürdüremeyeceğini fark etmiş
görünüyor.
Türkiye’yi Suriye ile savaşın eşiğine getiren AKP, komuta kademesini ve
savaş kapasitesini yok ettiği bir ordu ile bölgede daha fazla ileriye
gidemeyeceğini anlıyor. Nasıl olsa rejim değişikliğini tamamladığını
düşünen AKP Hükümeti, Emniyet Genel Müdürlüğü konumuna çekilmiş bir TSK
yaratmayı amaçlıyor. Ancak bunu yapabilmek için ortamı yumuşatması
gerektiğini de görüyor.
***
Cemaat, Erdoğan’ın yeni yöneliminden derin bir kuşku duyuyor.
Askerler ve AKP arasındaki olası bir uzlaşmanın, hukukun katledildiği ve
örtülü darbeyle sonuçlanan bu karanlık dönemin bütün suçlarının
kendilerine yükleneceğinden korkan Cemaat, bu uzlaşma girişimini
önlemeye çalışıyor. Bu nedenle bir dizi sabotaj eylemi düzenliyor.
Yeniden başlatılan son 28 Şubat tutuklamaları da bu anlama geliyor.
Diktanın destek ihtiyacı!
AKP’nin hazırladığı ve BDP’nin de destekleyeceği anlaşılan yeni anayasa,
gerici-faşizan rejimin çerçevesini çizecek. AKP Hükümeti, yeni rejime
geçişi hukuksal olarak tamamlamak ve geleceğini garanti etmek için,
yukarıda da altını çizdiğim gibi başta askerler olmak üzere bir önceki
dönemin güçleriyle uzlaşma arıyor.
Erdoğan, yeni hazırladıkları anayasanın toplumsal tabanını genişletmek
ve başkanlık sistemi için asgari bir mutabakat zemini oluşturmak
amacıyla ulusalcı-cumhuriyetçi çevrelerin muhalefetini yatıştırmak
istiyor.
Başka bir anlatımla şiddetli bir muhalefetle karşılaşmaktan korkan AKP,
toplumdan gelebilecek direnişi kırmak için yeni ittifaklar arıyor.
Bunun için simgesel adımlar atıyor. İşte bu nedenle E. Orgeneral Ergin
Saygun’u hastanede ziyaret ediyor.
Son günlerde yaptığı benzer bir dizi çıkışla, belli ki bazı ulusalcı
çevreleri yedeklemeyi amaçlıyor. Verilen tepkilere bakılırsa,
ulusalcıların bir bölümü de zaten iktidarla böyle bir uzlaşmaya hazır
görünüyor.
AKP’nin Meclis Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na sunduğu ve Türkiye
Cumhuriyeti’nin yargı erkinde köklü değişiklikler yapılmasını öngören
teklif bile, diktatörlük projesinin adım adım yürütüldüğünü gösteriyor.
Başkanlık rejimini (diktatörlüğü) tamamlayacak nitelikteki yeni paket,
yargı erkinin bağımsızlığını tartışmasız şekilde yok ediyor. Yargı
yürütmenin emrine sokuluyor. Yargıtay ve Danıştay ortadan kaldırılarak,
yerine “Temyiz Mahkemesi” kuruluyor.
Öyle kaba ve pervasız bir düzenleme yapılıyor ki, Anayasa Mahkemesi,
Temyiz Mahkemesi, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) üyelerinin
en az üçte ikisi yeni devlet başkanı ve siyasi iktidar tarafından
seçiliyor.
Erdoğan BDP’yi de yanına almaya çalışıyor. AKP, yerel yönetimlerin
özerklik alanının görece genişletilmesi, Abdullah Öcalan’ın cezaevi
koşullarının hafifletilmesi, anadilde savunma ve eğitim konularında
atılacak bazı adımlar ile bu amacın gerçekleşebileceğini düşünüyor.
Kimi tavizler koparabileceğinin işaretini alan BDP’nin Eş Genel Başkanı
Selahattin Demirtaş da, “Bize en yakın parti AKP” diyor. BDP, koparacağı
küçük bazı tavizler için Türkiye’nin laik, aydınlanmacı ve ilerici
toplum kesimlerinden kopmayı göze alıyor. Gerici bir açık dikta rejimine
“evet” diyor.
BDP, Türkiye’nin batısında gerici-faşizan bir diktatörlük kurulurken,
doğusunda demokratik bir rejim olamayacağını göremiyor. Yeni anayasada
“kamuda türban” düzenlemesine destek veriyor.
Bu yol Tükiyeyi selamete değil felakete götürür.
Yorum Gönder