TBMM’de “milliyetçilik” ve “ulusalcılık” kavramları geçen hafta gündemin ön sıralarına taşındı.
Bu tartışma “milliyet”, “milliyetçilik”, “ulus devlet”, “ulusalcılık” kavramları üzerinde yoğunlaşıyor. Kısaca irdeleyelim.
Avrupa’da
16. yüzyıldan sonra feodal sistem çözülmeye, onun yerine kapitalist
üretim biçimi yerleşmeye başladı. Emekçiyi sömüren vahşi kapitalist
sistem, 18. yüzyılda güçlendi ve emperyalizme dayanan sömürgeleşme de
başladı. Öte yandan da Fransız ihtilalinin etkisiyle ulus devletler
ortaya çıkıyordu.
Ulus devlet siyasal olarak örgütlenmiş belli bir
toprak üzerinde bir arada yaşayan dil, tarih, kültürel özellikler ve
ekonomik yönden ortak yaşam içinde bulunan insan topluluklarıdır.
Irkçılık,
milliyetçilik ile eşdeğerde değildir. Irkçılık, kendi ırkını öteki
ırklardan üstün sayar ve bu temel düşünceden bir siyasal ideoloji
oluşturur. Bir ırkın ötekilerden üstün olduğunu öne süren kör ırkçılık
insanlık dışı bir ideolojidir.
Bu girişten sonra yapılan
konuşmalara acaba olumlu yönleriyle bakabilir miyiz? Her ikisi de
şoven-ırkçı bir yönelim içinde değildirler. CHP milletvekili Birgül A. Güler, “Irk milliyetçiliğini bana ilericilik diye yutturamazsınız” diyordu. Bu da doğrudur. İster Kürt, ister Türk, herhangi bir milliyetçilik ilericilik olamaz. Güler, ayrıca “Sözlerim çarpıtıldı, Türk ile Kürt insanı, kültürel anlamda eşittir” dedi.
BDP milletvekili Sırrı Sakık’ın Meclis kürsüsünden “Kafkaslar’dan,
Boşnaklardan gelenler siz bu ülkenin sahipleri değilsiniz... dağdan
gelip bağcıyı kovma hakkına sahip değilsiniz” sözleri daha “vahimdir”.
Sakık, karşısındakini ırkçılıkla suçlarken kendisi ırkçılık yapıyordu. Ama neyse ki, sözlerinin yanlış anlaşıldığını söyledi.
Aslında, Türk milleti ya da Türk ulusu kavramı bir dayatma olarak ortaya çıkmadı. “Türk” yüzyıllardan beri Anadolu’da yaşayan çeşitli topluluklara verilen ortak addır.
Üç akım
Osmanlı
son yüzyılda gerileme dönemine girince, özellikle II. Meşrutiyet
döneminde devleti kurtarmak için Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük
akımları ortaya çıktı.
Osmanlıcılık, Osmanlı devletinin yaşamını sürdürmesini, imparatorluk sınırları içinde yaşayan ve “millet” adı verilen toplulukların din, dil ve soyları ne olursa olsun “Osmanlılık”
kavramı içinde kaynaşmasını öngörüyordu. Osmanlı devleti içindeki Türk,
Rum, Yahudi, Ermeni, Kürt, Arap, Arnavut, Gürcü her soydan “millet” toplulukları eriyerek Osmanlı olacaktı. Ancak bu akım tutmadı.
Bunun
üzerine İslamcılık akımına ağırlık verildi. İslamcılık düşüncesine göre
devlet işlerinin kötüye gitmesinin nedeni din kurallarının bütünüyle
uygulanmamasıdır. Bu nedenle “ümmet” denilen “İslam milleti” düşüncesine “İslam ittihadı”, yani İslama bağlı olanların birleşmesi siyasetine öncelik verildi. Ama bu da tutmadı.
Bir diğer akım da “Pan-Türkizm” akımıdır ki bütün Türk topluluklarını birleştirmeyi amaçlıyor ve “Turancılığa” kadar
gidiyordu. Bu da gerçekçi değildi ve tutmadı. Ama, Osmanlı devletinde
milliyetçilik akımları gelişti. Rumeli’de Yunanlılar ve Bulgarlar
ayrıldılar. Milliyetçilik en son Türklere geldi.
Kimlik sorunu
Durumu
anlatmak için, Abdülhamit zamanında Avrupa’da bulunan bir Jön Türk’ün
anılarında geçen bir öyküden söz edelim. Birkaç arkadaşıyla Paris’te bir
kütüphaneye dadanmış. Oraya bakan memur bunları ilgiyle izlermiş. Bir
gün sormuş:
- Siz nesiniz? Bizimkiler bakışmışlar, hepsi birden:
- Müslümanız. Fransız:
- Bu sizin dininiz. Milliyetiniz ne? Bizimkiler cevap vermişler:
- Biz Osmanlıyız, demişler. Adam gene tatmin olmamış:
- Bu, sizin tabiiyetiniz. Fakat milliyetiniz nedir?
- Bakın demiş, şuradakini görüyor musunuz? Ona sordum; “Ermeniyim” dedi. Bir de şurada oturan var; o da Rum olduğunu söyledi.
Jön Türk bu öyküyü anlattıktan sonra: İşte o zaman Türk olduğum aklıma geldi, diyor.
Bu gelişmenin tarihimizde en az 150 yıllık bir altyapısı vardır. Bu tarihsel arka planı bilmeden “ahkâm kesmek” doğru olmaz.
Atatürk, “Pan-İslamizm”e ve “Pan-Türkizm”e de karşıydı. Atatürk, tarihsel gerçeklere ve kültürel gelişmeye dayandı. 1930’larda kendisinin yazdığı “Medeni Bilgiler” kitabı bu konulara açıklık getirmiştir.
Türkiye halkı
Atatürk, Cumhuriyetin kuruluşunda Türklere bir üstünlük tanımamıştır. Örneğin “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türk soyuna Türk milleti denir” demedi. Onun yerine “Türkiye halkı” deyimini kullandı. Konuya bugünleri görür gibi açıklık getirmiştir.
“Türkiye
Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir... Bugünkü
millet siyasi ve içtimai toplumumuz içinde Kürtlük fikri, Çerkezlik
fikri ve hatta Lazlık veya Boşnaklık fikri propaganda edilmek istenmiş
vatandaş ve milletdaşlarımız vardır.... Bu millet efradı da (bireyleri
de) umum Türk camiası (topluluğu) için aynı müşterek maziye (geçmişe),
tarihe, ahlaka, hukuka sahip bulunuyorlar. ” (Medeni Bilgiler, TTK, s. 351)
Atatürk’ün
düşündüğü Türk ulusu ortak geçmiş, ortak tarih, ortak ahlaka
dayanmaktadır. Anadolu’da yaşayan Kürtler, Çerkezler, Lazlar, Boşnaklar,
Gürcüler, Rumelililer aynı ortak geçmişe ve tarihe sahip çıkıyorlar.
Çok
ilginçtir ki epeyce eleştiri alan Sakık’ın sözleri derinlemesine
irdelenirse, bu ortak temalar görünür. Sakık kızgınlıkla ne diyor: “Çanakkale’ye
bakın, orada sadece sizin atalarınız savaşmadı. Sonradan bu ülkeyi
kendisine vatan edenler, Kafkaslar’dan, Boşnaklardan gelenler, siz bu
ülkenin sahipleri değilsiniz...”
Sakık, Kafkaslar’dan
Rumeli’den gelenlere çatarken Çanakkale ortak malımızdır, orada Kürtler
de savaştı, Milli Mücadele’de de Kürtler savaştı, bunlar ortak
değerlerimizdir, diyor. Sakık, isteyerek ya da istemeden iç benliğindeki
hepimizin ortak değerlerini ortaya koyuyor.
Böyle konuşunca da ünlü sosyal bilimci Ernest Renan’ın millet ve ulus tanımına destek veriyor. Renan diyor ki: “Geçmişte kalan ortak şan, şeref ve acılar mirası ve gelecek için gerçekleştirilecek bir program.” İşte ulusu yapan ortak unsurlar.
Sakık’ın Çanakkale Savaşı’na sahip çıkması, ortak geçmişi benimsediğinin tartışmasız kanıtıdır.
Bugün
dünyanın hiçbir yerinde homojen bir ulus devlet yoktur. Avrupa’da
yoktur. Hele Amerika... 72 çeşit millet bir olmuş daha önce tarihte
olmayan bir ulusu “Amerikan ulusunu” ve “Amerikan devletini” yaratmıştır. Sorduğunuz zaman “Ben Amerikalıyım” diyor. Oysa kökenine bakın. Ya İtalyan, ya İskoç, ya İngiliz ya da Alman... Ama, ben Amerikalıyım, diyor.
İnsan
topluluğunu ulus ya da millet yapan salt din, dil, ırk unsurları
değildir. Örneğin din, dil, ırk ve kültür açısından oldukça homojen olan
Araplar, tek bir ulus devlet içinde birleşemiyorlar. Bugün Türkiye’de
yaşayan hiçbir ırk “saf”, değildir. Ne Türkler, ne Kürtler ne de diğer unsurlar... Bin yıldır Anadolu’da bütün ırklar ve soylar kaynaşmıştır.
Dil,
din, ırk ve kültür birlikleri önemlidir. Ancak yetmez; ortak geçmiş,
ortak acılar, ortak kıvançlar o insanları bir arada tutan en önemli
unsurlardır. Bu nedenle; 30 yıldır terör var, ama Güneydoğu’daki Kürt
vatandaşlarımız 700 yıllık ortak paydalar nedeniyle Türkiye’den ayrılmak
istemiyorlar.
Birkaç söz de ulusalcılık için... Bugünün
küreselleşme akımı karşısında, süper güçlere karşı kendi ulusunun milli
çıkarlarını savunma, ulusalcılıktır. Ulusalcılık, kesin olarak
şovenizmle karıştırılmamalıdır.
Türkiye’de uluslaşma kolay olmadı.
Cumhuriyetin temel amacı, çağdaş bir toplum, çağdaş bir devlet
yaratmaktı. Tanrı egemenliğine dayanan bir monarşiden, halk egemenliğine
dayanan Cumhuriyete geçildi. Atatürk karmaşık bir etnik yapıdan,
kendine güvenen çağdaş bir toplum, çağdaş bir ulus yapısına geçişi
sağladı. Türkiye Cumhuriyeti, Anadolu ve Trakya toprakları üzerinde
kaderde, kıvançta, sevinçte dayanışma içinde olan insanların ortak
devletinin adıdır.
İşte bu oluşum bugün Ortadoğu’da en çağdaş, en ileri bir devlet ve toplum yapısına sahiptir.
www.cumhuriyet.com.tr/
Yorum Gönder