Kavramların boşaltılarak habire “araçsallaştırıldıkları”
bir “Alis Harikalar Diyarı”nda yaşıyor gibiyiz.
“Sözcüklerin anlamlarına yalnız ben karar veririm. Önemli olan
istenilen sözcüğün hangi anlama geleceğini tayin edecek olan kişinin
iktidarı/gücüdür!” diyen “Alis Harikalar Diyarı”
karakterlerinin baskın çıktığı bir ülke gibi burası.
İçeriklerden
bağımsız biçimde, sözcük anlamlarına Türkiye’de nicedir “rakipsiz güç
sahibi” AKP iktidarı karar veriyor. “Korku
imparatorluğuna” ileri demokrasi dendiği gibi Apo
ile damardan pazarlığa barış süreci adı takılıyor. Bu sözde barış sürecinde
“al gülüm ver gülüm” taktiğiyle kotarılmak istenen sultanlık
anayasasına “demokratik anayasa” etiketi yapıştırılıyor, eli
mahkûm ortaya çıkacak tek adam diktatörlüğüne “Türk usulü başkanlık”
deniyor.
Pazarlığın Kürt kanadındakiler de, -AKP iktidarı
icazetleriyle- kendi kavramlarını öne sürüyor.“Demokratik
cumhuriyet” ve “özerklik” gibi içinin nasıl
doldurulduğu bilinmeyen ifadeler kullanıyorlar.
BDP Eşbaşkanı
Gültan Kışanak örneğin; “Bizim çetrefilli, anlaşılması zor
bir yolumuz yok” diyor: “Dümdüz bir yolumuz var. O da
demokratik cumhuriyet, özerk Kürdistan’dır!”
Şeffaflıktan bu kadar
uzak bir ortamda, karanlıkta boy vermesi asla mümkün olmayan
“demokrasi” güzellemeleri dillerden düşmüyor.
Kerameti
kendinden menkul bu takıyyeler diyarında biz sıradan yurttaşlar, mağara duvarına
yansıyan bir gölge tiyatrosu gibi izliyoruz her şeyi.
Takıyye-gerçek olan farkı
“Demokratikleşme” ve “özerklik” bağlamında
sıkça gündeme getirilen İspanya örneğinden çok uzak her şey.
Demokrasiye
geçiş örneği ile yalnız Türkiye’ye değil dünyaya model olan İspanya’da,
“devletin demokratik yapılandırması” örneğin bir terör
örgütü lideriyle girişilen pazarlıklarla şekillenmemişti.
Hedef İspanya’da
baştan beri hiçbir zaman “al gülüm ver gülüm” taktikleri
olmamıştı. Söylenen ve varılmak istenen hedefler, öz ve söz birdi: O da ülkenin
“demokratikleşmesiydi”.
Bu hedefe varabilmek için 20.
yüzyılın ilk üç çeyreğini harcamış ve çok kanlı bir “iç savaş”
yaşamış olan ülkede; demokratik anayasanın yapıldığı dönemde, hiçbir
lider; “demokrasinin takıyyesi” ile yetinmiyordu. Liderlerin
tümü,kayıtsız şartsız “demokrasinin bizatihi kendisinin”
peşindeydi.
Hal böyle olduğu için “al gülüm ver gülüm”
fırsatçılığı yerine düşünülebilecek en geniş paydada bir araya gelen
bir anayasal mutabakat oluşturmayı yeğlemişlerdi. “Demokratik
özerklik” anayasasını trajik bir tarihi arka planı gömmek ve tüm
kesimlerle özlenen çoğulculuğu yakalamak ereğiyle yapmışlardı.
Ve Mesih anayasası…
Türkiye’de yaşananlar ise bunların tam tersi…
Türkiye’de güdülen
hedef, istisnasız herkes için “özgürlükleri” genişletmek
değil. “Mesih kompleksi” (Eyüp Can, Radikal-12 Şubat) ile
hareket ettiği söylenen bir tek adam anayasası/ RTE
anayasası yapmak.
Bu hedefle mümkün olan en geniş ortaklıkta
değil, dışarda kalan herkesi öteleyen en dar paydada; -bir AKP-BDP paydasında-
bir araya gelmek ve böylece bir AKP-BDP anayasası kotarmak!
Bunları dedikten
sonra hemen ilave etmek lazım ki…
Derin ekonomik krizin hızlandırdığı yerel
milliyetçilik sorunları karşısında, İspanya’nın sahici demokrasisi bile bugün
artık yetmiyor ve tıknefes kalıyor.
Geçmiş “Sağnak”larda
uzun uzun anlattım.
Dünya çapında örnek gösterilen “özerk İspanya
sistemi” dahi bugün krizde.
Tüm çabalara rağmen, merkezi devlet
ile özerk bölgeler arasında bir “egemenlik krizi” yaşanıyor.
Modelin gerçeği dahi tüm iyi niyetiyle bu kadar zorlanırsa…
Çakmasını
bir düşünün!
Gerçek idealler ve mücadelelerle ulaşılan nokta buysa…
“Demokrasi amaç değil araçtır” özdeyişini düstur edinen
bir mesihle varılacak yeri siz hesap edin.
Yorum Gönder
güzel bir yazı herkesin okumasını tavsiye ediyorum.