Tarihin cilvesidir diyelim geçelim.…
Küresel sermaye patronları kendi ulusal sınırlarını daha yıllar öncesinde aşıp bizim buralara kadar inmiş bir kere.
“Çık git” kardeşim desen; “Bak birader, bu âlemde para konuşur” bastır parasını çıkayım diyor da başka bir şey demiyor.
“İyi ama sömürünün bu kadarı da olmaz” diye düşünüp ille de bir şeyler yapman gerektiğinde ne olacak?…
Lafı gevelemeden söyleyelim.
Önünde esas itibariyle iki seçenek var:
Ya aynen onun dediği gibi bir yerlerden bulup buluşturup parasını ödeyecek ve adamı “güzellikle” dehleyeceksin…
Ya da “öbürkü yol”.
Tabii öylesi olunca da adamı suyun başından “makul bir güzellik yapıp”
ayıramadığın için; adına IMF, OECD, Dünya Ticaret Örgütü, AB, Avrupa
Konseyi falan denen kurumlar, binlerce ikili anlaşmalar… ve tekmili
birden düşünüldüğünde topuna kısaca “Batı Dünyası” diyebileceğimiz
“Küresel patronlar mahallesinde” ortalık biraz karışacak.
Bu iki seçenek arasında sen istediğin kadar konuş, çık anlat, slogan at… hepsi hikayedir.
Peki bu tabloda önünüzdeki seçeneklerden hangisini beğenirsiniz?
İki ucu da oldukça “bulaşık” bir değnek değil mi!
İyi kötü hesaptan anlayanlar için söylüyorum:
Birincisi, böyle ucundan ve ucuzundan bir “düzen değişikliği” bile yüz milyar dolarlar tutar ki; bunun için para yetmez.
İsteyenler, şu son iktidar döneminde “özelleştirilen” ama genellikle
“yabancılaştırılan” kamu mallarını yazsın alt alta, sonra en azından
%70’i yabancıların elinde olduğu bilinen borsadaki baba şirketleri
eklesin, üzerine tam değerleri kestirilemeyen şu yabancılara verilen
maden- petrol arama imtiyazlarını koysun; köy senediyle el değiştirmiş
topraklarla yabancılara resmen satılan gayrı menkulleri göz önüne alsın;
aşağı yukarı hesap çıkar ortaya.
İkincisine kalkışsan koca bir
kapitalist aleme ters düşeceksin… hani hepten de olmaz değil ama bunu
yapabilmek için adamda ya da işin başına geçecek “Parti”de “Mangal gibi
yürek” ister.
Var mı başka izahı?
*
Sosyal demokratların tamamı efkarlı:
-Ne olacak bu memleketin hali?
Ne yapalım da iktidara biz gelelim, bu işleri düzeltelim?...
Bak adamlar adım adım bütün memleketi küresel sermayeye pazarlıyorlar!
Tamam düzeltelim de elinde adamların gönderecek kadar paran var mı?
-Yok!
-O zaman gerçekten istekli isen gelelim şu ikinci yola, hani “Mangal gibi yürek”le olabilecek iş meselesine.
-Var mı?
-… Efendim biz çeşitli partilerden zamanında deneyim kazanmış, sağdaydı
soldaydı demeden demokrasiye inanmış arkadaşları da kanatlarımız altına
alıp tabanı büyüterekten… yabancı sermayeye karşı olmadığımızı da
söyleyip… birilerine bu memlekette kendilerinden hiç haz edilmediğine
çok üzüldüğümüzü, bu durumu bizim giderebileceğimizi de belirterekten…
yüzümüz batıya dolayısıyla sırtımızı doğuya dönük olarak…
-Başka?
-Büyük patronlarımızın da desteğini isteyerekten…
-Başka?
-Efendim Tünelden başlayıp Taksime kadar yürüyüşler, falan yerlerde
paneller, filan yerlerde konser, şurada folklor gösterisi, plaket
takdimi, rozet takma merasimi, şurada mangal partisi…
-Pardon, “Mangal?”
-Şu bildiğimiz mangal canım, hani arkadaşların birbirleriyle daha çok kaynaşmasını sağlamak için piknikte…
-Öbürünü kastetmedin yani!...Peki bunlar yetiyor mu?
*
Tarihe şöyle bir baktığınızda ülkelerin bu konularda sadece kendi iç
gereksinimleri doğrultusunda iki ayrı türde çaba gösterdiğini
görürsünüz.
Bunlardan biri ve yaygın olanı; geçmişte yaptığı
sömürgecilikten palazlanmış kimi Avrupa ülkelerinin yine “kendi” halkı
arasındaki gelir ve servet paylaşımını dengelemeye çalışan “içsel”
sosyal demokrasi çabalarıdır.
Bakmayın dışarıya verdikleri “talkımlarına” ve bazı “münasip gördükleri desteklerine”.
Bu işin lafını edenlere değil ama iç yüzünü bilenlerine bir sorun bakalım ne diyecekler?
-Örneğin, asıl meselenin “demokrasi getirmek” falan değil, “petrolü
götürmek” olduğu ap-açık olan Irak işgalini İngiliz İşçi Partisi
desteklemedi mi?
-Suriye’yi “düzeltme” operasyonunun bir
parçası olarak Türkiye’ye asker ve Patriot füzeleri gönderilmesi
konusunda Federal Meclis’lerinde yapılan oylamada Alman Sosyal Demokrat
Partisi “evet, gönderelim” oyu kullanmadı mı?
-İktidardaki
Fransız Sosyalist Partisi’nin Dışişleri Bakanı “Suriye’deki Sivil Devrim
Konseylerine Destek” toplantıları düzenlemiyor mu?
-Orta
Afrika’nın gariban ülkesi Mali’ye sırf doğal kaynaklarına konmak için
askeri müdahaleyi yapan yine iktidardaki Fransız sosyalistleri değil mi?
Neden böyle yaptılar?
Niye bundan sonra da hep böyle yapacakları ortada değil mi?
Nedeni belli: İnsan hakları konusunda çok “duygusal”lar. Bu nedenle yaptıkları da “Tamamen duygusal” .
Kendilerinin şu yaptıkları da dahil, sözde bu dünyada kimsenin tavuğuna
“kışt” denmediği için de öyle antiemperyalist olmak gibi bir
düşünceleri de yoktur.
Kimileri saf saf soruyorlar:
Yahu
bu Avrupalı solcular; “Irak, Suriye, Libya, Mali halkları için “bunlar
kendi servetlerini sosyal demokratça paylaşamıyorlar, çağdaş demokratik
bir düzen kuramıyorlar bunu biz gerçekleştirelim de sevaba girelim” diye
yapmıyorlar mı bunları?
-Hadi canım sende!
Aslında yapana neden yaptın denecek bir durum yok, yaptırmayacaksın: Önce can, sonra canan…
Onlar dış ilişkilerinde mazlum milletlere karşı hiç de sanıldığı gibi sol ya da sosyal demokrat endişeler taşımazlar.
Bir zamanlar dünyayı sömürmüşler, palazlanmışlar, bu işin tadı
damaklarında kalmıştır; şimdi kendi yurttaşları arasında bu parsayı
“daha adaletli” biçimde paylaşma çekişmeleriyle birlikte “arkası yok
mu?” derdindedirler.
Sosyal demokratlıkları küresel değil “içseldir”.
Hani arada birbirlerine düşmeyip biraz daha sömürebilseler var ya… “Bak
böylesi ganimet oldu mu kendi içimizde eşitçe bölüşmemiz lazım, bu
dünyada (aslında kendi içlerinde) sosyal adalet diye bir şey var değil
mi?” derler.
Diğer çaba; bizim gibi, vakti zamanında işte tam
da bu sömürgeci milletlerden çok çekmiş, kapitülasyonlarla iliğine kadar
sömürülmüş, ardından can havliyle onlara karşı bir kurtuluş savaşı
vermiş ve yıllardır kendini toparlamaya çalışan, ama yine de paçasını
tam olarak kurtaramamışların, sermaye birikimi zayıf ülkelerin bir kısım
sosyal demokratlarının yurtsever tabanlı gayretleridir.
Daha da özünü söyleyelim:
Avrupa sosyal demokratları; dışa karşı kapitalist, ancak kendi içlerinde sosyal adaletçidirler.
Onların birinci öncelikleri asla ülkeler arasındaki değil, ancak kendi aralarındaki eşit paylaşımı gerçekleştirmektir.
Bizdeki ise, öncelikle şu yabancıların istismarından nasıl kurtulacağımız meselesidir.
Dolayısıyla bize uyan şekil öncelikle “anti-emperyalist” mücadeledir.
Bunu yaptığımızda gerisi zaten epeyce kolaylaşacaktır.
Kimse antiemperyalist politikalar öngörmeden, o mücadeleyi vermeden
bunları bırakıp “iç paylaşım” meselelerine atlamamalı, sosyal
demokratlık taslamamalıdır.
Bir gün ortada paylaşacak bir şeyi
kalmayanlar başlarına çökecek “çulsuzlukta” adaletli olsalar ne yazar,
adaletsiz olsalar ne?
*
Bu genel tablo karşısında şurası
açıktır ki, bizim sosyal demokratlarımızın asıl gayreti “Batı tipi
paylaşım modelleri üzerine ihtisaslaşma ile meşguliyet”den önce, bu
ülkeyi sömürtmeyecek, sömürüye dur diyecek “antiemperyalist” politikalar
üretmek ve ona sahip çıkmak yönünde olmalıdır.
Üstelik bu
politikalarda solun daha radikal kesimleriyle de örtüşme sağlanacağı
için sonuçta “sırf siyasetçi hesabına göre bile” iktidar yolunda tutarlı
bir “güç birliği” de oluşturulabilecektir.
Bu gerçeğe karşın
ne yazık ki, şu günlerde sosyal demokrat siyasette ön almış olanlar,
böyle antiemperyalist ve doğru bir söylemle yola çıkmak ve yanlarına bu
konuda kendilerine güç katabilecek bazı kesimleri de alabilmek varken,
tam aksine; olaya “sağ”ından yanaşmakta, böylece başarı şanslarını daha
da azaltmakta ve belki de bunu sosyal demokrat siyasetçiliğin inceliği
olarak düşünmektedirler.
Haydi bu söylemimizi bir espriyle
yumuşatalım: Acaba yanlarına “sağ”dan adam almakla kendileri politikacı
kadroların ortalamalara bakıldığında daha solda mı görünmektedirler
dersiniz?
Bizler işin başlangıcı olması gereken
antiemperyalizmi es geçip gider de, “bizden kazandığını kendi içinde
nasıl paylaşacağı üzerine” ince modeller üreten kimi batılı ülkelerin
sadece “kendine sosyal demokrat” politikalarına bel bağlar, kendimiz
için onlardan medet umar, destek bekler, dümen suyunu izler ve taklit
etmeye çalışırsak; korkarım ki -bir süre sonra onlardan aldığımız
derslerden sınıfı geçsek bile- o gün elimizde, bırakın kendi halkımıza
sosyal demokratça paylaştırılabilecek fazla bir şeyimiz olup
olmayacağını, kendini hep arkadan esen rüzgarlara koyuvermiş milli
burjuvazimize bile öyle dişe dokunur pek bir şeyler kalmayacaktır.
Bülent SOYLAN
Yorum Gönder