12 Şubat Salı günü saat 16.30 sıralarıydı. Cezaevi
görevlisi, “Size hemen bir karar tebliğ etmem gerekiyor”
dedi, durdurdu. Yasal olarak haftada bir gün 45 dakika halı sahada
spora çıkma hakkımız var.
Bizim koğuşun hakkı salı günleri 16.00-16.45 arası. Öteki
günlerde 5 adıma 14 adımlık havalandırma boşluğunda spor yaptıktan sonra, salı
günü halı sahada koşmanın tadı ODTÜ ormanında koşmak gibi bir şey.
Tam koşuya kendimi kaptırmışken durduran görevliye,
“Hayırdır, nedir bu kadar acil olan” diye
sormaya kalmadan kâğıdı görünce anladım. Aylık olağan tutukluluk inceleme
kararının olağan sonucu. 13. Ağır Ceza Mahkemesi kararını 8
Şubat’ta oybirliği ile almış, bize de 12
Şubat’ta bildiriliyor.
***
Mahkeme bütün sanıklar için tutukluluğa devam kararı verirken
geçen temmuz ayında çıkan 3. yargı paketinin getirdiği hiçbir yeni uygulamaya
uymadığını, uymayacağını bir kez daha ilan etmiş.
Güya yürürlükteki yasalara göre bir sanık için tutukluluğa
devam kararı verilecekse bunun tek tek gerekçelerinin açıklanması
şart. Toplu halde karar verilemez.
Mahkeme, 27 Temmuz 2012’de sanıklar
için tek tek açıklanan gerekçelerin geçerliliğini koruduğunu, bunlarda bir
değişiklik olmadığını söylüyor. Oysa 27 Temmuz’daki
kararda da tek tek gerekçeler açıklanmamıştı. Basmakalıp bir metin her sanık
için tekrarlanıp sözüm ona sayfalar dolusu karar yazılmıştı. Örneğin hiç
bilgisayarı olmamış sanıklar için bile “dijital veriler”
tutukluluğa devamın nedeni olarak yazılmıştı. Bir de halen 2 sanığın
yurtdışında olmasına dikkat çekilerek, “öteki sanıklar da
kaçabilir” saptaması yer almıştı.
Rastlantıya bakın ki, 13. Ağır Ceza
Mahkemesi’nin kararı, 4. yargı paketinin ne tür
yenilikler getireceğine ilişkin açıklamaların yapıldığı günlere denk geldi.
Adalet Bakanlığı yetkililerinin verdiği bilgilere göre 4. pakette hukuk dışı
delillerin dosyalara konmaması, özel telefon görüşmelerinin daha soruşturma
aşamasında ayıklanarak kapsam dışı bırakılması öngörülüyordu.
Hukukun en temel ilkelerinin allanıp pullanarak büyük bir
yenilikmiş gibi sunulmasına mı yanarsınız, başta Ergenekon olmak üzere pek çok
davada böylesi verilerin iddianamelerin temeli olarak kullanılmasına
mı?
Yasaların, “uygulanacaklar”
ve “uygulanmayacaklar” diye ikiye
ayrıldığı, özel yetkili mahkemelerin kendi usullerini kendilerinin oluşturduğu,
hukuk-vicdan bağlantısının tümüyle koptuğu karanlık bir dönemden geçiyoruz. Öyle
ki, yürürlükteki ceza yasasının mimarlarından Prof. Adem Sözüer
bile uygulamaya bakıp, “Hukuk zehirlendi”
diyor.
***
Karanlık diyoruz ama umutsuz bir dönem demiyoruz.
Güven, bir kullanımlıktır. Onu kötüye kullanırsanız yenisi
yoktur. Bunun en somut laboratuvarı adalettir. Adalete güven zedelendi mi,
tekrar yerine koymak çok zordur.
Burada belirleyici olan başlıca güç de halkın vicdanıdır.
Halkın sorgulamaya başladığı bir dava çökmüş demektir. 13
Aralık’ta soğuk bir kışı günü, hafta ortasında,
Silivri kırsal alanındaki cezaevi duruşma salonunun önüne gelen 100 bin kişi, şu
dilekçeyi bırakıp gitmiştir:
“Burada adil yargılama yapılmıyor. Artık hukuki bir
karar beklenemez. Tek çare, mahkeme heyetinin çekilerek kendisini
kurtarmasıdır.”
18 Şubat’ta yeniden
böyle bir dilekçenin verilmesini bekliyoruz.
Gelinen noktada hukuku halkla birlikte aramak en sağlıklı
çıkış yoludur.
13 Aralık dilekçesini mahkeme işleme koymadı ama tarih
mahkemesi onu kayda geçirdi
18 Şubat dilekçesi de hazır.
Bir imza da siz atmaz mısınız?
Yorum Gönder