ABD Başkanı Barrack Obama’nın geleneksel Birliğin Durumu konuşması,
Washington’un en azından bu dört yıl boyunca dışarıyı değil, içeriyi esas
alacağını bir kez daha ortaya koydu. Obama, en öncelikli işin orta
sınıfın durumu olduğunu belirtti ve asgari saat ücretini 2015 yılına kadar 7.25
dolardan 9 dolara çıkarmaya çalışacaklarını vurguladı.
ABD’nin 1945-2012 yılları arasındaki 67 yıllık dünya ticaret birinciliğinin
sona erdiğinin ilan edilmesinden hemen sonra gelen bu konuşma, aslında yeni
dönemin Washington için ne denli zorlu geçeceğine işaret ediyor.
Zira ABD birinciliklerini kaybetmeye başladı.
ÇİN ABD’Yİ GEÇTİ
2012 yılında Çin, 3,87 trilyon dolarlık ihracat ve ithalat toplamı ile ABD’yi
geride bırakarak dünyanın en çok ticaret yapan ülkesi oldu. ABD 3,82 trilyon
dolarda kaldı.
Çin ayrıca 127 ülkenin başlıca ticari ortağı haline gelirken, ABD 76 ülkede
kaldı.
Yani ABD, yuanın değeri için baskı da yapsa, Çinli ileri teknoloji
şirketlerine yaptırım da uygulasa, Çin mallarına ağır vergiler de koysa sonucu
değiştiremiyor. ABD’nin Çin ekonomisini, ekonomik gücüyle frenleme olanağı
yok!
PASİFİK’TE ‘BİRLİK’ SAVAŞI
Nitekim Obama yönetimi bu gerçeği kabullendi ve 2010 yılında
Asya-Pasifik merkezli strateji belirledi. ABD Pasifik’te Japonya, Güney Kore,
Avustralya gibi müttefiklerine dayanarak Çin’i kuşatmayı hedef koydu önüne…
Washington bu amaçla kimi bölgesel birlik modelleri de inşa etti: 2011’de
Pasifik’in sekiz ülkesi ile Trans-Pasifik Ortaklığı’nı (TPP) kurdu. ABD bu
ortaklığı Japonya’yı da üye yaparak genişletmenin peşinde…
Çin ise 16 ülkeyi kapsayan ve 2015’te hayata geçecek “Bölgesel Kapsamlı
Ekonomik Ortaklık İlişkileri Anlaşması (RCEP)” ile önemli bir hamle yaptı. Bu 16
üyeden 10’u Güneydoğu Asya Uluslar Birliği ASEAN üyesi.
Çin Bilimler Akademisi Asya-Pasifik Araştırmaları Enstitüsü’nden Xu
Liping, bu anlaşmanın, kuracakları bölgesel serbest ticaret alanı için
prototip olduğuna dikkat çekiyor.
ABD’NİN ÇİN STRATEJİLERİ
Ancak ABD’nin Asya-Pasifik merkezli stratejisinin Çin’e karşı bir hamle
olmaktan ziyade, Çin’in hamlelerine yanıt vermeyi esas aldığını belirtmeliyiz.
Bunu sadece yukarıda verdiğimiz örneğe dayanarak değil, kabaca üçe ayıracağımız
ABD-Çin ilişkileri döneminin eğilimine bakarak da söyleyebiliriz. Şöyle:
1970-1994: ABD’nin Çin’i uluslararası sisteme entegre ederek hem
kontrol altında tutma hem de SSCB’ye karşı dayanak yapma dönemi.
1994-2010: “Bütünleştir ama çevrele” stratejisi dönemi. Washington bu
stratejiyle, bir yandan Çin’i Dünya Ticaret Örgütü’ne kabul ederek geçmişin
“uluslararası sisteme entegrasyon” modelini sürdürdü, bir yandan da Japonya ve
Hindistan’a dayanarak Çin’i “düşmanlaştırmadan” çevreledi. Dahası Washington,
2005 yılında Dışişleri Bakan Yardımcısı Robert Zoellick’in açıklamasıyla,
“sorumlu bir hissedar” olarak Çin’in yükselişini kabullendiklerini ilan
etti.
2010 sonrası: Kuşatma dönemi. Kuvvet dağılımına bakılırsa, ABD’nin
Çin’i kuşatması, SSCB’yi kuşatmasına hiç benzemeyecek. Nitekim soru
işaretleriyle dolu Asya-Pasifik merkezli stratejinin kabul edilmesine rağmen,
nasıl uygulanacağı hâlâ tartışılıyor.
Örneğin Zbigniew Brzezinski ABD’nin Rusya ve Türkiye’yi içeren “daha
geniş Batı” inşa ederek Çin’i dengeleyebileceğini savunuyor.
ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Thomas Donilon ise “işbirliği ve
rekabeti” içeren ikili bir model öneriyor.
Ancak Joseph Nye gibi Pentagon danışmanlığı yapan akademisyenler ise
“kuşatma, Çin’in yükselişiyle baş etme amacına uygun bir politika aracı
değildir” görüşünü savunuyorlar. Bu isimlere göre ABD Asya-Pasifik’te Çin’le
“işbirliğini” esas almalı!haberguncel.blogspot.com
Yani özetle birincisi rekabet, ikincisi rekabet ve işbirliği, üçüncüsü de
işbirliği esasına dayanan üç çizgi savunuluyor.
Ancak Çin’in tek çizgisi var: Sosyalist piyasa ekonomisi ile büyümek ve
kalkınmak!
Yorum Gönder