Şefik Çirkin soruları bana da gönderdi. İktidarın Rumların petrol arama çıkarma çabalarına şiddetle itiraz ettiğini, buna rağmen bu faaliyetlerin sürdüğünü belirterek şunları sormuş:
1- Türkiye’nin kıta sahanlığını iptal eden, Ada’nın güneyinde de KKTC’nin 22 Eylül 2011 tarihinde TPAO’ya verdiği ruhsat alanlarıyla çakışan ihaleyle ilgili olarak, Bakanlığınız diplomatik kanalları kullanarak ne tür girişimlerde bulunmuştur?
2- GKRY ve enerji şirketlerinin Türkiye’nin uyarılarını dikkate almamalarının nedeni nedir? Uyarılar, muhatap ülke ve şirketler tarafından ciddi ve caydırıcı bulunmamış mıdır?
3- Gelinen aşamada, Kıbrıs Türklerinin Ada’nın güneyinde verdikleri ruhsatların ihlal edilmemesi ve deniz alanlarındaki hak ve menfaatlerinin korunması için, anavatan ve garantör ülke sorumluluğu içinde KKTC’ye ne şekilde destek olunacaktır?
Dışişleri Bakanlığı’nın basın açıklamalarında, “Uyarılarımıza rağmen söz konusu şirketlerin Kıbrıs Türklerinin haklarını yok sayarak GKRY ile doğal gaz konusunda işbirliğine girmeleri bölgede gerginliğin ortaya çıkmasına sebebiyet verecek ve bunun sorumluluğu da söz konusu şirketlerde olacaktır. Sayın Başbakanımızın da evvelce ifade ettikleri üzere, GKRY ile işbirliği yapacak şirketlerin gelecekte Türkiye’de enerji projelerine dâhil edilmesi söz konusu olmayacaktır ” ifadesi ağırlıklı olarak yer almıştır.
Türkiye’nin müteaddit defalar uyarmasına rağmen söz konusu ihalelere katılan ve Türkiye’de enerji yatırımlarında büyük paylara sahip ENI ve TOTAL şirketlerine ne tür yaptırımlarda bulunulması düşünülmektedir?
4- Trans Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı Projesi’nde (TANAP) yüzde 80 oranında pay sahibi olan Azerbaycan Cumhuriyeti Devlet Petrol Şirketi SOCAR hisselerinin yüzde 29’luk bölümünü BP, Statoil ile birlikte devralan Total ile Çalık Grubu ile ortak enerji yatırımları gerçekleştiren ENI firmasına ne tür yaptırımlar uygulanacaktır?
5- Enerji Bakanı Sayın Taner Yıldız, TOTAL’in, Güney Kıbrıs’ta petrol arama ve üretim çalışmaları yürütmesi ile ilgili olarak, “Ana moderatör olabilecek bir yapı içerisinde değil Total. Hisselerini önemli buluruz ama projenin ana yürütücüsü olarak bulunmasıyla o projenin bir parçası olmasının ayrı anlamlar taşıdığına inanıyoruz. O açıdan şu anda Total’in bu projede bulunmasını bir olumsuzluk olarak görmüyoruz” açıklamasını yapmıştır.
Sayın Taner Yıldız’ın açıklaması Türkiye’nin tavrına rağmen, GKRY’nin açtığı ihalede, Türkiye ile çakışan 9. Blok ile 11. Blok’ta müzakerelere başlayan TOTAL için bir yaptırımda bulunulmayacak mıdır?
Önceki hafta Silivri Devlet Hastanesi’ne sevk edilen Ergenekon, Balyoz ve benzeri davaların sanıklarına kötü muamele edildiğini hatta bir çayın bile fazla görüldüğünü yazmıştım. Örnek olarak da eski Genelkurmay Başkanı’nın “Çay içebilir miyim?” sorusuna görevli kişinin “Bir sorayım efendim” demesi üzerine “Kalsın, senin de başın derde girmesin” dediğini belirtmiştim.
Yazı üzerine Türkiye Kamu Hastaneleri Birliği İstanbul Bakırköy Bölgesi Genel Sekreterliği’nden bir açıklama aldım. Gazeteci olmayan herkesin yaptığı gibi yine bize gazetecilik dersi veren açıklamada, kötü muameleden söz edilmiyor, bunun yerine “yapılan incelemelerde İlker Başbuğ’un hastanemize hiç gelmediği tespit edilmiştir” deniliyor.
Yani olay doğru olsa bile başına gelen kişi benim yazdığım kişi değilmiş.
Daha sonra Türkiye Kamu Hastaneleri Birliği İstanbul Bakırköy Bölgesi Genel Sekreteri Doçent İhsan Bakır ile konuştum. Bakır Silivri’den ya da başka yerden gelen hiçbir hastaya kötü muamele yapılmadığını bunun da mümkün olmadığını söyledi.
Bakır “Ancak bazen güvenlik nedeniyle kontrolsüz biçimde çay kahve veya başka tür bir yiyecek maddesine izin verilmemiş olması mümkündür ki bu da yanlış değildir” dedi.
Bu da makul, çünkü o çaya, kahveye birinin zehir atıp atmayacağı da elbette bilinemez.
Ancak Bakır’a “Sadece bir örnekten yola çıkmadım. Silivri ziyaretlerimde pek çok tutukludan Silivri için (Silivri cehennemi) dediklerini duyduğumu, bunun yaygın bir şikâyet olduğunu, son olayda güvendiğim haber kaynağımın kendisi açığa çıkmasın diye başka bir isim vermiş olabileceğini” söyledim.
Sonuçta yazım teknik olarak yanlış tanığa dayandığı için yalanlanmış oldu. Ama bu Silivri Devlet Hastanesi’nde Silivri tutuklularına karşı kötü muamele olmadığının kanıtı değil.
Ve bir son not: Durumu bana akaran güvendiğim kişi, yalanlama üzerine “İlker Başbuğ’u tanımayacak biri değilim ki” dedi.
Bu da can sıkıcı bir nokta. Kayıtlarda Başbuğ hastaneye gitmemiş görünüyor. Nitekim avukatı da arayıp “Başbuğ hiç gitmedi” dedi bana. “Peki kötü muamele ile ilgili bir şey siz duymadınız mı?” soruma da “O beni ilgilendirmez, ben sadece Başbuğ’un gitmediğini söylüyorum” dedi.
Bu ısrar da şaşırtıcı, tanığımın ısrarı da.
İzmir’de yine onlarca subayın, astsubayın tutuklandığı bir casusluk ve fuhuş davası var biliyorsunuz. 300 küsur sanıklı bu davada başrolü bir üniversiteli kız oynuyor. Kızın fotoğraflarını servis ettiler medyaya. Üzerinde subay üniformasıyla çekilmiş bir fotoğraf.
Sonra bir kışla önünde çekildiği belirtilen, mini etekli, seksi bir fotoğraf.
Geçenlerde bir de elinde tabanca atış yaparken fotoğrafı çıktı bu genç kızın.
Sanıklarla çekilmiş fotoğraf ise hiç yok. Ama ses kayıtları var. Çoğu bir tür telefon seksi gibi bu kayıtların. Çok garip. Tek bir kız neredeyse bütün donanmayı avucuna almış gibi gösterilmek isteniyor.
Bir de şu var. Hiç 300 kişilik casus şebekesi olur mu? Üçüncü bir kişi ortaksa zaten o artık casusluk değildir, bilgi alenileşmiştir. Ama helal olsun. Deniz Kuvvetleri’ni bitirmek isteyenler saçmalık da olsa, tuhaflık da olsa, mantıksız da olsa asla yılmıyorlar. Nasıl olsa inanan ve inanmasa bile ekranlara çıkıp “Gördünüz müüü?” diye çığlık atanlar var.
Yorum Gönder