Gazeteci olarak doğaldır, günün gelişmeleri içinde boğuluyoruz
genellikle. Yaşadığımız olayların biraz geçmişini karıştırmak,
gelişmelerle bağlantı kurmak konusunda bazen özensiz davrandığımız da
oluyor.
CHP eski milletvekillerinden emekli büyükelçi Onur Öymen,
en azından benim bu eksikliğimi kapatan bir bilgi notu gönderdi geçen
hafta. Bazı bölümlerini sizlerle paylaşacağım. Ama önce yazmak
istediklerim var:
İktidar terör örgütünün silah bırakması
konusunda “hiçbir taviz verilmediğini” söylüyor. Ancak terör örgütünün
tavrına bakınca bu söylem pek doğru değil gibi görünüyor. İktidar
süreçle ilgili hiçbir açıklama yapmıyor ama seçtiği “akil” isimler uzun
süredir üstü kapalı bazı öneriler getiriyor.
Bu önerilerle
yabancı kişi ve kuruluşların önerileri neredeyse bire bir örtüşüyor.
Henüz hiçbir resmi açıklama olmamasına karşın, PKK terör örgütüne
yabancıların önerdiği bazı konularda söz verilmiş olması büyük olasılık.
Örneğin
ABD’nin eski başkanı Jimmy Carter, Güney Afrikalı liderler Nelson
Mandela ve Desmond Tutu ile eski Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri
Kofi Annan gibi ünlü kişilerden oluşan ve yöneticileri arasında Soros’la
bazı eski ABD büyükelçilerinin de bulunduğu “Uluslararası Kriz Grubu”
30 Kasım 2012’de yayınladığı Kürt raporunda AKP iktidarına “Kürt sorunun
çözümü” konusunda bazı tavsiyelerde (!) bulunmuştu.
Rapordaki tavsiyelerden bazıları şunlardı:
- Ana dilinde savunma konusunda yasa hemen çıkarılmalı.
- Ana dilinde eğitime geçiş için bir takvim belirlenmeli.
- Yerel yönetimlerin Kürtçe yer isimleri koyma yönündeki kararlarına izin verilmeli.
- Kamu hizmetlerinde Kürtçenin kullanılmasının önü açılmalı.
- Hükümet, Diyarbakır’da ve ülke çapında yerel hükümetler ve ademi merkeziyetçilik konularının tartışılmasına önderlik etmeli.
Bu heyetin sözcüsü konumundaki Desmond Tutu ise “Öcalan’a özgürlük verilsin” talebinde de bulunmuştu.
Yine
heyetin 4 Aralık 2012 tarihli açıklamasının ekinde ise Öcalan’ın
Ağustos 2009 tarihli “yol haritasına” yer verilerek bugünkü sürecin ana
hatları belirlenmişti.
Kürt sorununa kafa yoran eski
Finlandiya’nın Cumhurbaşkanı Martti Ahtisaari’nin başkanlığında
oluşturulan “Bağımsız Türkiye Komisyonu”, 2009 yılında yayınladığı
“Avrupa’da Türkiye” başlıklı raporunda Kürt dilinin yayında, kamu
binalarında, okullarda ve siyasi konuşmalarda kullanılmasını önermiş,
Kürtçe yer adları üzerindeki yasakların kaldırılmasını tavsiye etmiş ve
“Anayasanın, bir etnik kökene diğerlerine göre daha çok ayrıcalık
tanıyormuş gibi görünen maddeleri yeniden yazılarak Türkiye’nin tüm
vatandaşları için gerçek anlamda eşitlik sağlanmalıdır” görüşünü
savunmuştu.
Belli ki hiçbir şey iktidarın inisiyatifi ile gerçekleşmiyor.
Peki yabancıların bu isteklerini aynen karşılamanın bedeli ne olacak?
Silivri’de beklenen oldu
AKP
Genel Başkan Yardımcısı olacakları zaten önceden haber vermişti. Üste
çıkmak için de “Silivri’de olacakların sorumlusu CHP’dir” demişti.
Jandarma
iktidarın talimatıyla yine halka su sıktı, gaz sıktı, panzerlerini on
binlerin üzerine yürüttü. O buz gibi soğukta ve yağmurda kilometrelerce
yürüyen halka hiçbir şey olmadı aslında.
Onlar aydınlarına, yazarlarına, bilim adamlarına ve vatansever askerlerine sahip çıktılar, destan yazdılar.
Olan
hukuka, adalete oldu. Mahkeme panikledi, avukatları içeri sokmak
istemedi, hukuku katleden uygulamalarla duruşmayı erteledi.
Unutmayın ki bu günler tarihe birer kara leke olarak geçecektir.
Sorumlularını ise yine hiç kimse hatırlamayacak bile.
Hani 76 milyonu temsil ediyordu
Başbakan akil diye seçtiği isimlerin 76 milyonu temsil ettiğini söylemişti.
Ama
her zamanki gibi söylediklerini unutan Başbakan, akil denilenlere
yönelik eleştiriler karşısında eleştirenlerin niteliğini, kalibresini
beğenmediğini söyledi. Güya akil denilenleri savunmak için eleştirenleri
yerin dibine batırdığınızda, o isimlerin 76 milyonu temsil etmediğini
de söylemiş oluyorsunuz aslında.
Bunun da ötesinde, o akil
denilenlerle eleştirenler arasına nifak sokuyorsunuz ki, artık
birbirlerini bırakın ikna etmeyi yan yana bile gelemeyecek duruma
düşüyorlar.
Ya sev ya terk et gibi değil mi?
PKK
silahsız mücadeleye geçtiğini açıklayınca iktidar “silahlarınızı
bırakıp gidin” dedi. Gerçi gidecekler de Türk vatandaşı. Bunda bir
garabet yok mu? Türk vatandaşlarına “ülkeyi terk et” denmiş oluyor.
Ayrıca bu bir dönemlerin “ya sev ya terk et” söylemine de çok benzemiyor
mu? Madem sevmiyorsun, bırak silahını git diyoruz kendi
vatandaşlarımıza.
Yorum Gönder