Kur’an, insanoğlunun varoluş sebebini ‘değer üretmek’ olarak gösterdiği gibi,
varolma şartını da değer üretmek olarak göstermiştir.
Kur’an’da geçen ve ‘kulluk’ diye tercüme edilen ‘ubûdiyet’ kavramının
esas anlamı kulluk değil, iş yapmak, değer üretmektir. Bu kelime İbranicedeki
‘aboda’ kelimesinden türemiştir ve aboda, az önce verdiğimiz anlamlarda bir
kelimedir. Değer, bizzat üretilecektir. Yani birinin ürettiği değer, bir
başkasını yüceltmez:
“Gerçek şu ki, insan için
çalışıp didindiğinden başkası yoktur.” (Necm, 39)
“Kim inanmış olarak barışa/hayra yönelik işlerden bir
şey yaparsa, onun gayretine nankörlük edilmez. Biz, böylesi lehine kâtiplik
ederiz.” (Enbiya, 93)
“Her benlik kendi kazandığının
bir karşılığıdır.” (Müddessir, 38)
Kur’an, kapitalin
emeği boğmasına izin verilmemesini istemektedir. Yaratıcı-motor güç kapital
değil, emektir. Kapital, sömürücü güçtür. Kapital, yaratıcı cevher değildir, bir
manipülasyon aracıdır. Tam bu noktada bir devrim gerçeğinin daha altını
çizmeliyiz: Kur’an, zenginin malında fakirin hakkı olduğunu açıkça ifade
etmektedir. Zâriyât 19. ayet şöyle diyor:
“Onların
mallarında, ihtiyaç sahibi için, yoksun ve yoksul için bir hak vardır.”
Aynı hak, En’am 141. ayette ‘Allah’ın hakkı’ olarak
anılmaktadır. Böylece Kur’an bir yandan zenginin malında yoksulun yani emek
sahibinin hakkı olduğunu bildirirken öte yandan, emek sahibinin hakkını
‘Allah’ın hakkı’ olarak tescil ederek Tanrı’nın, emeğin yanında olduğuna vurgu
yapmış, emeği bir yaratıcı güç olarak öne çıkarmıştır.
“Ürünler olgunlaştığı zaman yiyin ve hasat gününde O’nun hakkını da
verin. Onun bunun hakkını zalimce saçıp savurmayın; Allah, israf edenleri
sevmez.”
Zenginin malındaki emekçi hakkını aynı
zamanda Allah’ın hakkı olarak belirleyen ayet, bunu ‘O’nun hakkı’ diyerek bir
zamirle yapmaktadır. Bu zamir, geleneksel Emevici-kapitalist anlayış tarafından
bütün tefsirlerde, çeşitli oyunlarla başka yerlere gönderilmekte ve ‘Allah’ın
hakkı’ tabiri yok edilmektedir.
ARTIK-DEĞERİ İLK TELAFFUZ EDEN KİTAP
Artık-Değer’i ilk telaffuz eden Kur’an’dır.
Zenginin malında yoksulun yani emekçinin hakkının
bulunduğunu ilan, artık-değerin ilanıdır. Karl Marx (ölm. 1883) felsefesinin en
önemli kavramlarından biri, belki de birincisi olan artık-değer (surplus value),
ücreti ödenen emekçinin, çalıştıranın (anamalcının) malında-gelirinde kalan
‘karşılığı ödenmemiş fazla değer’dir.
Artık-değerin,
işverenin lehine işlemesi sermayenin hızla büyümesine ve böylece üretimin
aralıksız artmasına yol açar.
Artık-değer yüzünden bu
durum hep öyle devam ettiği için zaman geçtikçe patron daha çok servet sahibi
olur, işçi de daha çok yoksullaşır.
Kur’an, işte bu
‘değişmez kader’in değişmesini sağlayacak devrimleri getirmiştir. Bu devrimlerin
omurgasında, ‘kapitalin emeği boğmasının durdurulması’ yatar. Kur’an, bir
ideoloji veya hukuk kitabı olmadığından ve bir devlet biçimi getirmediğinden
‘olması gerekenler’in evrensel ilkelerini koyarak insandan gerekeni yapmasını
istemektedir. Kur’an’dan anlaşılan odur ki, ‘gereken’, ne Marx’ın söylediği
gibi özel mülkiyeti ilgadır ne de Kapitalist-liberalist zihniyetlerin söylediği
gibi bireye sınırsız mülkiyet hakkı vermektir; ‘gereken’, toplumcu-devletçi yanı
ağır basan bir karma sistemdir. (Bu konunun ayrıntıları, yakında çıkacak olan
‘Kur’an’ı Tanıyor musunuz?’ adlı eserimde yazılmıştır).
Netice olarak, Kur’an, artık değerin
varlığını, yerini, önemini Marx’tan asırlar önce insanlığa tanıtarak da bir
devrim yapmıştır.
Yorum Gönder