Güneydoğu’nun da Türkiye’nin de terör ve şiddet yorgunu olduğu bir gerçek...
Ancak toplumdaki bıkkınlık ve yılgınlık en çok Doğu insanını vuruyor. Çünkü
şiddetin tehdidine en yakın insanlar orada yaşıyor...
O yüzden
açık söyleyeyim; terörün bitirilmesi, kan ve şiddet üzerinden siyasal rant elde
edilmesinin bir an önce gündemden çıkartılması gerekiyor. Bu yapılırken
toplumsal huzur, ulusal bütünlük ve Anayasa’nın değişmez maddeleri öncelikli
koşullar olmalıdır!.. Bunun aksi ülkede terör kadar tehlikeli bir kaos
yaratabilir.
Bunları niçin mi yazıyorum?.. PKK’nın eyleme geçtiği
15 Ağustos 1984’ten bu yana siyasi iktidarların çoğu “açılım” benzeri
girişimlerde bulundular... Özal, Demirel, Çiller, Mesut Yılmaz ve Erbakan
dönemlerinde de, PKK ile siyaset arasında gizliden de olsa iletişim oldu ancak
bu süreç, örgüt ile AKP arasındaki “diyalog”a kadar hiç yaklaşmadı...
Yani “Avrupa Birliği’ne giden yol Diyarbakır’dan geçer” diyenler de
“Kürt realitesini tanıyoruz” diye tribünlere oynayanlar da “Sen, ‘ne mutlu
Türküm’ dersen o da ne mutlu Kürdüm” diyerek meydan okuyanlar da; PKK ile masaya
oturmayı ve Anayasa’nın hatlarını bile örgüte ihale etmeyi hiç
düşünmediler!..
Çünkü geçmiş siyasi iktidarların devleti çökertme,
rejimi yıkma, “ikinci cumhuriyet”i yaşama geçirme ve hilafet özlemciliği gibi
ürkütücü emperyalist rüyaları yoktu...
Teröre karşı ulusun
bütünlüğü içinde atılan adımların çoğu bazen siyasal rant amaçlı olsa da; geçmiş
siyasi aktörler, toplumda kaygı uyandırabilecek tavizkar bir tutum içinde
olmadılar ve şiddeti dayatma yöntemini kullanan PKK’yı “barış” iddiasının asıl
aktörü haline getirmediler!..
Peki ya AKP’nin toplumda kaygı ve
kuşku uyandıran gizli girişimleri?.. Ya, PKK’nın hangi kazanıma dayanarak aldığı
açıklanmayan çekilme kararı Türkiye’nin 30 yıllık kanlı sorununu gerçekten
bitirecek mi?..
Hangi PKK çekiliyor?..
Dikkat ediyor musunuz, dünyadan bihaber medya, Kandil’deki “açılım”
“çekiliş”ini son yılların en büyük piyangosu gibi sunuyor ama PKK’nın artık eski
PKK olmadığının da kimse pek farkında değil!..
Yani kaç teröristin
çekileceği ya da açılımın silahlı mı silahsız mı olacağı tartışılırken,
siyasallaşan asıl PKK’yı sorgulatan çok önemli bir ayrıntı unutuluyor!.. Yani
önemli bir soru da şudur; PKK geri çekilmeye hazırlanırken geride aslında kaç
PKK bırakıyor?..
Hayır; öyle Türkiye PKK’sı, Suriye PKK’sı, İran ve
Irak PKK’larını anlatmıyorum... Hatta ABD, Avrupa ve Balkanlar’daki örgüt
yapılanmalarına da dikkat çekmiyorum...
BDP; “Demokratik Toplum
Kongresi” ve “KCK” gibi yapılanmalarıyla siyasal ve toplumsal yaşamın içini
nüfuz eden “Apoculuk”tan da söz etmiyorum...
Hatta konumuzun özeli,
metropollerde çoğu zaman “provokatif” olarak nitelendirilen ancak PKK adına
eylemler yapan “TAK” yani (Kürdistan Özgürlük Şahinleri) bile değil!..
PKK örgütlenmesinde gözden kaçırılan çok önemli bir gerçek var, o da
boyutları ve etkinliği giderek büyüyen “milis” yapısı... Bu yapı, son 5 yıl
içinde PKK mevzi kazandıkça daha da etkin hale getirildi. Dağınık görünen ancak
koordineli bu birimler, kırsalda sıkışan PKK’nın kentlerde var olma çabasının
ürünleriydi!..
Milislerin asıl görevi örgütün dağ kadrosu ile
kentlerdeki legal yapılar arasında bağlantı kurmaktı... Ancak daha sonraları bu
yapı, KCK ile birlikte kentlerde PKK’nın propaganda ve koordinasyon konusunda
aktif unsurları haline getirildi...
Örgütün milis yapısı!..
“Milis” olarak nitelendirilen yapı, öyle PKK’nın sınır içi ve
dışındaki militanları gibi 5-6 bin kişiden oluşmuyor. Her yaş ve her kesimden on
binlerle anlatılabilecek bir örgütlenme yapısından söz ediliyor.
KCK’nın sokak gösterileri, PKK ve Öcalan için yürütülen propaganda
mitinglerinin yanı sıra BDP’nin organizasyonlarında etkin biçimde öne çıkartılan
ve bazen kırsaldaki çatışma alanlarına bile girmeye çalışan bu birimler,
Hakkari’den Mersin’e kadar uzanan bir güzergahta “Kürt meselesi”nin hep gündemde
kalması için hazır kıtalar gibi kullanılıyor!..
Bakınız, 29 Eylül
2011’de, bu köşede örgütün milis yapısıyla ilgili neler yazmıştık:
“PKK, ‘milis’ diye nitelendirdiği sivil lojistik elemanlarını
Öcalan’ın 1999’da yakalanmasının ardından örgütlemeye başladı. Aslında örgüt
lojistik ve istihbarat amaçlı kullanmak istediği bu birime en çok da
Hizbullah’ın etkin olduğu 1990-1995 döneminde gereksinim duymuştu!..
PKK ‘milis’ yapısını uzun süre telaffuz etmedi. Oysa bu sözcüğü ilk
kez Nisan 2007’deki bir basın toplantısında kullanan Genelkurmay Başkanı
Orgeneral Yaşar Büyükanıt şöyle demişti:
“Milis güçleri ve
işbirlikçilerinin etkisiz hale getirilmesi...”
PKK ise ‘milis’
adını 2008 yılından itibaren kullanmaya başladı. Örgütün ajansı, 4 Temmuz 2009
tarihli haberinde, Erbil’de kaybolan İsmail Kayaş için “PKK’nın milis gücü
olarak çalışan” demişti!.. Ajans aynı tarihlerde, Mahmur Kampı’nda barınan
binlerce milislerden 9’unun öldüğünü duyurmuştu.”
Geride kalan PKK’cılık!..
Yukarıdaki tüm bu saptamalar, Kürt hareketinin artık yalnızca
PKK’dan ibaret olmadığını göstermeye yetiyor... Bu saptamalar, özellikle son üç
yılda askeri alanda ciddi kayıplar yaşayan PKK’nın, geri çekilse bile hareketin
beklentilerine odaklanacak sivil unsurları hep devinim içinde tutacağını da
kanıtlıyor...
Şu bir gerçek ki; örgüt yalnızca BDP’ye destek veren
tabanına değil, etnik bilinç oluşturmaya çalıştığı kitlelere de güvenerek son
dönemde devlete kafa tutabiliyor hatta “açılım”da olduğu gibi AKP hükümetini
masaya oturtabiliyor...
Sakın yanlış anlaşılmasın; milis yapısını
silahlı terörist gruplar olarak tanımlamak istemiyorum... Bölgede yalnızca etnik
siyasete değil, siyasallaşmış Kürtçülük konusunda duyarlı olan çok önemli bir
kesim olduğunu vurgulamak istiyorum... Yani, örgüt beklentilerine kavuşamazsa,
milis unsurların önümüzdeki süreçte en az PKK’lılar kadar Kürt meselesinde aktif
olabileceklerini anlatmaya çalışıyorum.
PKK’nın 8 Mayıs’tan
itibaren sınır dışına çekilmesi kararı, önümüzdeki günlerde sıklıkla
tartışılacakken, örgütün geride nasıl bir kitle, nasıl bir güç yapısı; nasıl bir
duyarlılık bıraktığı da gözden kaçırılmamalı...
PKK gerçekten
çekilir mi soruları, TSK’nın “çekilme, toparlanmak için manevra mı” şeklindeki
kaygıları ve ABD’li uzmanların “örgüt gittiği gibi geri de gelebilir” şeklindeki
tezleri dün medyaya yansımışken, yukarıdaki tüm saptamaları aklınızdan sakın
çıkarmayınız!..
Yorum Gönder