Doğu Perinçek’ten hem dinlemiş hem de okumuştum.
Hocası Tahsin Bekir Balta’nın Atatürk’ün 1924
Anayasası’nın değiştirilmesine ve 27 Mayıs Anayasası’nın Altı Ok’suz yapılmasına
itirazlarını büyük bir teorik miras olarak anlatır hep. Tahsin Bekir
Balta, hazırladığı Anayasa Taslağı’nın 2. maddesine şöyle yazar: “Türkiye
Devleti, (…) devrimlere bağlı bir Cumhuriyettir.”
Türk’süz Anayasa’ya itiraz eden 300 aydın arasındaki İlber Ortaylı da, hocası Tahsin Bekir Balta’nın bu
itirazına büyük önem verenlerden. Son olarak Fatih Altaylı’nın
Teke Tek programında bu konuya değindi yine. (HaberTürk TV, 2
Nisan 2013)
İlber Ortaylı Milliyet’te yazarken
de dikkat çekmişti bu önemli itiraza: “ Değerli hocamız Tahsin Bekir
Balta’nın, 1924 Anayasası’nın bazı değişikliklerle muhafazası teklifini
sadece dinleyip fazla itibar etmediler. Bu bir talihsizliktir.” (Milliyet, 9
Ekim 2011)
ATATÜRK, ÖLENE KADAR DİRENME HAKKINI KULLANDI!
Neden mi anımsatıyorum bu örnekleri?
Direnme hakkı konusunun tartışılması ve hukukçu Rıza
Türmen’in, bu hakkı anarşi sayan Taha Akyol’a verdiği hukuk
dersi nedeniyle. (Milliyet, 18 Nisan 2013)
Bize göre Atatürk’ün “devrimcilik” ilkesiyle
“direnme hakkı” arasında doğrudan bir bağ vardır. Öyle ki, Atatürk’ün büyük mücadelesinin tarihi, aynı zamanda onun “direnme
hakkını” nasıl kullandığının da tarihidir: Padişaha isyan ederek, emperyalizme
karşı savaşarak ve gericiliğe karşı mücadele ederek direnme hakkını kullanmıştır
hep.
O’nun, Büyük Nutku’nun sonunda Türk gençliğine seslenmesi ya da
Bursa Nutku, Genç Türklere yaptığı “direnme hakkınızı kullanın” çağrısıdır her
şeyden önce!
Atatürk’te “direnme hakkı”, eskiyi devirme ve
yenisini kurma hakkıdır öncelikle!
DİRENME HAKKININ KÖKLERİ
Direnme hakkının kökleri için Amerikan İnsan Hakları Beyannamesi,
Amerikan Anayasası, Fransız İnsan Hakları Beyannamesi, Büyük Fransız İhtilali
Anayasası, yani hep Batı gösterilir…
Oysa “direnme hakkının” asıl kökü Doğu’dadır ve tarihte en doğudan
adım adım gelişerek batıya kaymıştır:
Çin filozofu Konfiçyüs (M.Ö.521-479) tanrısal
buyruklara, ahlak ve erdem ilkelerine uymayan otoritenin Tanrı’dan aldığı
yetkiyi kaybedeceğini ve bu durumda halkın ayaklanmasının kutsal bir
görev olduğunu savunmuştur.
İki yüzyıl sonra Yunan filozofu Epiküros (M.Ö.
342-271) devleti kuranların istedikleri yararı bulamadıkları ya da yitirdikleri
andan itibaren devletin varlığına son verebileceklerini
savunmuştur.
Ortaçağın ünlü filozoflarından Thomas Aquinas
(1225-1274), iktidarın adil olmaması halinde, halkın iktidara itaat zorunluluğu
olmadığını ve ayaklanma hakkı doğduğunu savunmuştur.
Toplumsal Sözleşme teorisyeni John Locke (1632-1704)
ise direnme hakkını en temel haklardan biri saymıştır!
‘DEVLETSE DE, KANUNSA DA, ARTIK YETER!’
Peki, bugün Atatürk’ün Cumhuriyeti yerine bir
Türk-Kürt Federasyonu ile eşsultanlık kurmak için uğraşanlar nasıl bakıyor
“direnme hakkına?”
Haliyle onlar kendilerine direnilmesini değil, itaat edilmesini
bekliyorlar. O nedenle de kavramlarla oynuyorlar: Örneğin Ergenekon savcıları, mütalaalarında da görüleceği üzere,
“demokratik mücadeleyi” bile “darbe” sayarak hükümete kalkan oluyor. Nitekim
Türk Dil Kurumu da “darbe” kavramını şöyle açıklıyor: “Bir ülkede baskı kurarak,
zor kullanarak veya demokratik yollardan yararlanarak hükûmeti
istifa ettirme veya rejimi değiştirecek biçimde yönetimi devirme işi.”
Böylece AKP’yi sandıkla indirmeyi bile “darbe” diyerek suç
sayıyorlar!
Tarihsel seyri izlendiğinde, aslında “direnme hakkının” tam da bu
gerekçeler için var olduğu görülür.
Biz en iyisi, Atatürk’ün fikirlerinin oluşumunda en
önemli yere sahip Tevfik Fikret’le “direnme hakkını” savunalım:
“Haksızlığın envâını gördük… bu mu kaanûn? / En gamlı sefaletlere düştük… bu mu
devlet? / Devletse de, kaanûnsa da artık yeter olsun; / Artık yeter olsun bu
denî zulm ü cehalet…”
Yorum Gönder