Yıl 1995.. Tansu Çiller Başbakan, Mesut Yılmaz
muhalefet lideri. Balkanlar ateş çemberinde. Kuzey Irak da yine fokurduyor.
Medya, Mesut Yılmaz’ın iddiasını tartışıyor: “Bosna’da
da, Kuzey Irak’ta da, başta ABD olmak üzere büyük devletlerin parmak izlerini
taşıyan çözüm planları seziliyor. ABD ile (Çiller hükümeti) federasyon planı
için anlaştılar, öyle görünüyor.”
Yılmaz ile konuşan
Güneri Cıvaoğlu, atv ekranlarında, bu iddianın sonrasını/ perde arkasını
aktarıyor:
“Yılmaz ve konu üzerinde ciddiyetle duran
başkalarına göre, hadisenin bu aşamada kalması da mümkün değil. Kuzey Irak’taki
Kürtlerin içişlerinde özerk bir devlet konumu almaları, PKK’nın kışkırtıcılığı
sonucu, Türkiye için de benzer istekleri alevlendirebilecektir.”
Yıl yine 1995.. Refah Partisi Genel Başkan Yardımcısı
Abdullah Gül, İngiliz The Guardian Gazetesi’ne konuşuyor ve “Türkiye’de
Cumhuriyet’in sonu geldi” diyor, “Laik sistemi kesinlikle değiştirmek
istiyoruz.”
Gül, daha sonra sözlerini gazeteci Nilgün
Cerrahoğlu’na açıyor. Cumhuriyetin sona erip laik sistemin değişmesinden ne
anladıklarını, dolayısıyla ne amaçladıklarını anlatıyor: “Ben Müslümanım diyen
insanlar, inançlarına göre yaşamak zorundadır. Artık saklanamaz gerçekler var.
İslam’ın yalnız ahireti değil, dünyevi düzeni de içerdiği bir gerçektir. Ben bir
Müslüman’ım ve buna inanıyorum.”
Nilgün Cerrahoğlu
“tercihiniz şeriat öyleyse” diyor.
Gül “hayır” ya da
“evet” yerine şu yanıtı veriyor: “Türkiye’de geçerli kanunlar arasında İslam’a
aykırı olanlar da var, olmayan da.. Aykırı olanlar baskıdır. Baskı kalkacak.”
BİZ BU FİLMİN FRAGMANINI
GÖRMÜŞÜZ
Yıl 2013.. Her iki konu da
olgunlaşmış. Meyvesini vermeye hazırlanıyor. Belki anlamayanlara göre yavaş
yavaş.. Ama tarih sahnesine göre gayet hızlı biçimde..
Abdullah Gül, bugün bu projenin kenarında veya dışında kalmış
olabilir. Ancak, o zamanki “dava arkadaşları” projeyi adım adım hayata
geçiriyor. Dünyevi düzeni, İslam referansıyla değiştiriyor.
Mesut Yılmaz ise bugün siyaset sahnesinde yok. En azından aktif değil.
Söyledikleri ise tamamına ermek üzere. Kuzey Irak artık Kürdistan diye anılıyor.
Son süreçte tamamen meşrulaş(tırıl)an PKK ve Öcalan, hayallerini (mevcut duruma
göre kısmen revize etmek zorunda kalsalar da) hayata geçirmeye hazırlanıyor.
Yakın tarih daha neyi nasıl anlatsın ki! Arşiv daha
hangi anekdotlarla unutulanları hatırlatsın ki!
Not:
Yazıdaki örnekler, Çiller’in başbakanlığı döneminde basın müşaviri olarak görev
yapan sevgili Mehmet Bican’ın benzersiz kaynak kitabı “Terörle Sınanmak”tan
alındı.
CHP NEDEN
SUSUYORMUŞ!!
CHP lideri Kılıçdaroğlu
Tekirdağ’da “partisinin son süreçte sessiz kaldığı” yolundaki eleştirilere yanıt
vermiş. Gazetelerin yalancısıyım, şöyle demiş: “CHP olarak zaman zaman susarız,
zaman zaman konuşuruz. Susmamızın da konuşmamızın da bir anlamı vardır. Susarız;
olayları daha sağlıklı değerlendirmek için.”
Doğrudur! Susmanın da bir anlamı vardır. İyi de hangi susmanın?
Örneğin işkence altında susmak kişiyi yüceltir. Düzeysiz bir hakaret karşısında
susmak alkışlanır. İftira/iddia karşısında susmak ise “ikrardan” sayılır. Peki
bu süreçte susmak ne anlama gelir?
Sayın Kılıçdaroğlu
ve ekibi kusura bakmasın ama bugünlerde susmayı vatandaş (seçmenleriniz) ya
anlamıyor ya da gayet iyi anlayıp öfkeleniyor.
SAMİ İÇERDEYSE DIŞARISI BARIŞ OLUR MU!
Sami Menteş, dünyanın en genç tutuklu gazetecisi gibi
insanın içini acıtan bir unvana sahip. 1991 doğumlu. YURT Gazetesi muhabiri.
Tanışmadık. Tanışma fırsatı bulamadan hapse girdi. Normaldir. Ne de olsa
hapishaneler “gazeteciliğin staj mekanlarından biri” sayılmaz mı! Hele
günümüzde.
Şimdi soracaksınız “bu gazeteci hangi
gerekçeyle içerde?”
Sami, en sonuncusu 2001 Mart’ında
katıldığı bazı öğrenci eylemleri nedeniyle tutuklandı. Hani şu parasız eğitim
için yapılanlardan... Ya da bu amaçla eylem yaptığı için tutuklanan Berna ve
Ferhat için gerçekleştirilenlerden...
Sonrasında
üniversite hayatının yerini gazetecilik aldı. Haber için koşturmaktan, belki bir
buçuk yıl önceki yürüyüşleri/eylemleri hatırlamıyordu bile. Ama birileri
hatırlıyormuş. Birdenbire ortaya çıkıveren (daha doğrusu ortaya
çıkamayan/çıkartılmayan) bir gizli tanık marifetiyle kendisini cezaevinde buldu.
Aslında gizli tanık, Sami için bildiri, dergi dağıtmanın dışında ciddi bir
iddiada bulunmamış. Olsun. Bu kadarı yetmiş.
Doğrusu,
Nedim Şener ve Ahmet Şık için onca yürüdükten sonra içerdeki gazeteciler için
pek bir şey yapamadığım için çok rahatsızım. Bu yüzden, (sağ olsunlar
cezaevinden çiçek gönderemedikleri için mektupla kutlayan) sevgili Mustafa
Balbay, Tuncay Özkan, Birgün muhabiri Zeynep Kuray ve diğer meslektaşlarım için
yürümek istiyorum. Sami Menteş için bağırmak istiyorum. Sami içerdeyse, onca
gazeteci dört duvarın arkasındaysa hangi barıştan söz ediyorsunuz diye
sinirlenmek istiyorum.
Sevgili dostlarım,
meslektaşlarım önümüzdeki günlerde bunu bir düşünelim. Ama o güne kadar lütfen
Sami için bir şeyler yapalım. Onun için düzenlenen kampanyaya bir imza da biz
atalım.
İmza kampanyasına katılmak için linki, YURT
Gazetesi’nin internet adresinde ve OdaTV internet adresinde bulacaksınız.
Lütfen bir imza.. Ya da siz ve yakınlarınızla birer imza..
Ve sen sevgili Sami, ilk fırsatta görüşebilmek dileğiyle
kucaklıyorum.
Adalet arayan, özgürlük bekleyen
herkesi kucakladığım gibi. Gözlerinden, gözlerinizden öpüyorum.
Yorum Gönder