CNN Türk’te fişimin çekilmesinden bu yana, malum YURT
Gazetesi’nde yazıyorum. Bir de, Bahçeşehir Üniversitesi’nde bir hayalimi
gerçekleştiriyorum. Doğrusu bunu, İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Haluk
Gürgen’e borçluyum. Hayalimi de aşan bir jestle “Ayşenur Arslan Atölyesi”
kurulmasını ve o atölyede gençlerle buluşmamı sağladı. Buluşmalarımıza İletişim
Fakültesi öğrencileri kadar, siyasal bilgiler ya da örneğin mühendislik gibi
bölümlerden gençler de geliyor. Medyayı konuşuyoruz. Gazetelere bakıyoruz. Bir
bakıma kapalı devre Medya Mahallesi yapıyoruz. Zaman zaman bu köşede onların
görüşlerine, özellikle medya üzerine eleştiri ve yorumlarına yer vereceğim.
İlk olarak “gazeteyle ilişkileri” üzerine
değerlendirmelerini paylaşmak istiyorum. Evet, düzenli gazete okumuyorlar. Evet,
gündeme pek hâkim değiller. Evet, takip ettikleri bir köşe yazarı yok.
Peki, neden! 12 Eylül sonrasının etkileri deyip
geçebilir miyiz? Birkaç buluşmamızda anladım ki, daha temel bir dertleri,
eleştirileri var. Gazeteleri “yaşlı” buluyorlar. Şu ya da bu tarafta olmalarına
bağlı olarak “kabaca yapılmış tahliller/yorumlarla haber verdiklerini”
söylüyorlar. TV kanallarının ise neredeyse “hiç haber vermediklerini”
düşünüyorlar.
İtiraf edeyim, yakın geçmişte,
gençlerin (iletişim öğrencisi olsalar bile) medyadan /haberden /gündemden uzak
olmalarını “apolitik” olmalarına bağlıyordum. Evet, uzaklar. Ama hayır, apolitik
değiller. Sadece gazeteler gibi, partileri de beğenmiyorlar. Ne var ki, siyasi
gündemi analiz ederken derinlikli ve ilginç yorumlarla şaşırtıyorlar.
Örneğin Rum kökenli bir gencin “Türk vatandaşıyım”
derken yaptığı analiz sahiden Ankara’dakilerin duyması gereken sahicilikte ve
olgunluktaydı.
Ya da cinsel / etnik / dini kimlikler
üzerinden yapılan siyasete, siyasi baskıya dair eleştirileri ders gibiydi.
Gençler için önyargılı davranmışım doğrusu. Onlardan çok
şey öğreniyorum. Onlarla çok şey paylaşıyorum. Fark ettim ki, aynı internet
sitelerinde dolaşıyoruz. Ve haber alırken, mizah dergilerinden ciddi biçimde
besleniyoruz.
BAKANIN SİTEMİ...
ANKARALI NAMIK’IN GÜNDEME KATKISI...
Şaka
değil. Mizah dergileri, aslında çok ciddi! Medya Mahallesi’nin en genç, muhalif,
özgün alanı. Gözden kaçmış nice haberi ve tuhaflığı o dergilerden
öğrenebiliyorsunuz.
Ben de sizlere bugün o
dergilerden bir mini seçki sunmak istiyorum. Hayata daha “doğrudan”, daha “genç”
ve elbette daha “sorgulayarak” bakmak için.
*Gümrük ve Ticaret Bakanı Hayati Yazıcı, sorgusuz sualsiz
işten çıkartıldığı için mağduriyetini anlatan işçiye sitem etti: “Senden ‘17 ay
çalıştım, çok teşekkür ederim. Emeğimin karşılığını aldım’ demeni beklerdim.”
*Yolsuzluk suçlamalarıyla 23
ayrı davadan 580 yıl ceza istemiyle yargılanan AKP’li eski belediye başkanı
Serhat Kemal Yılmaz, Milli Piyango Yönetim Kurulu üyeliğine atandı.
*MHP Diyarbakır İl Başkanı
Tayyar Karakoç, gazetecilere dağıttığı basın açıklaması zarflarının içine 50’şer
TL koydu.
*Ankaralı
Namık, (sevgili Atilla Atalay’ın yorumuyla Sıdıka ve bilumum genç kızlar evlenip
üçer beşer çocuk doğursun diye) şarkı yapmış: “Kızlar dura dura hiç olur.. Oğlan
dura dura koç olur..
PAZARTESİ
SORULARI
İki haftadır ihmal ediyorum. Bu
pazartesi, sorulara Mehmet Y. Yılmaz’dan emanet aldığım soruların en önemlisiyle
başlayayım:
*Arınç
Suikastı soruşturmasına ne oldu? Suikast Kozmik Oda’ya girebilmek için yazılmış
bir senaryodan mı ibaretti? Suikast girişimi var mıydı, yok muydu?
*Dönelim sıcak gündeme:
PKK’lılar 8 Mayıs’tan itibaren çekilmeye başlayacak ya.. Nasıl, nereden
çekilecekleri ve bu arada Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ne yapacağı (doğal olarak)
merak konusu. Pek çok haber ve köşe yazısında “operasyonlara valiler karar
veriyor” deniyor. Bu durumda da iktidarın talimatı doğrultusunda operasyon
olmayacağı belirtiliyor. Oysa Milliyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Fikret Bila,
23 Nisan resepsiyonundan çok önemli bir bilgi aktardı. Kara Kuvvetleri Komutanı
Kıvrıkoğlu ile konuşmuş. Kıvrıkoğlu da aynen şunları söylemiş: “Valilerin, İller
Kanunu’ndan doğan yetkileri var. Valiler, birlik talep ettiklerinde, operasyon
değerlendirmesi yaptıklarında biz de görevimizi yapıyoruz. Sınırın korunması ise
farklıdır. Bunun kanunu ayrı. TSK, sınır güvenliğinden sorumlu. Sınır birlikleri
yasak alana giren olursa onu yakalar. Ve kolluk kuvvetlerine teslim eder. Onlar
da yargıya teslim ederler. Biz, eskiden nasıl görev yapıyorsak, görevimize öyle
devam ediyoruz.” Bu açıklama çerçevesinde sorum şu: Meslektaşlarım böyle bir
bilgiyi nasıl ve daha önemlisi “neden” atlarlar? Ve eğer durum böyleyse TSK
sahiden “eskisi gibi” mi davranacak? Ne yapacak?
*İki haftada 200 KCK’lı tahliye edilmiş.
İtirazım ve sorum tahliye edilmelerine dair değil. Ama merak ediyorum: Nasıl
oluyor da iktidar “barış sürecine geçtik” deyince yargı birdenbire tahliye
kararı veriyor? Verebiliyor? Bunun adı adil yargı mı oluyor? Yoksa cümlenin
içinde “vesayet” sözcüğünün geçmesi mi gerekiyor?
*Başbakan’a göre ayran milli içeceğimiz.
Ben bu cümledeki “ayran” kısmına takılmıyorum. Takıldığım ve sorduğum şey şu:
“Milli” derken? Hangi milletten söz ediyordunuz acaba?
Yorum Gönder