Barış ya da İmralı Süreci diye adlandırılan siyasal girişime eleştirel yaklaşmak
neredeyse “insanlık suçu” ya da “ırkçılık” sayılacak. Bu tutumu çok tehlikeli
buluyorum. Dahası böyle baskıcı, dışlayıcı ve onur kırıcı bir yaklaşımın
kendisinin “faşizan” bir tutum ve “barış olanağını” harcayacak sorumsuz bir
şirretlik olacağını düşünüyorum.
Çünkü bu girişimden
Türkiye’de adil, demokratik, onurlu bir barışın çıkacağından derin kuşkularım
var ve bu kuşkularımı açıkça ifade etmek, tartışmak ve deyim uygunsa süreci
devrimci bir eleştiri altında tutarak toplumun ve ülkenin doğruya ulaşmasına
katkıda bulunmak istiyorum. Eğer yanılıyorsam bunun da gösterilmesi gerektiğini
düşünüyorum.
Özellikle “Barış Süreci” de denilen bu
girişime yönelik soldan gelen eleştirilere kapalı olmanın –ki şu ana kadar
ortaya çıkan tablo bunu gösteriyor- çok tehlikeli sonuçlar yaratacağını görmek
gerekiyor. Türkiye’nin ‘Türk-Kürt İslam Sentezi’ diye tanımlayabileceğimiz
gerici bir diktatörlüğe, dahası tek mezhep egemenliğine dayalı dinci-faşizan bir
rejime teslim edilmesiyle sonuçlanabilecek tehlikeli bir yola girme olasılığı
giderek büyüyor. Biliyoruz ki, İmralı ya da barış süreci, daha çok AKP
iktidarının kendi siyasal ihtiyaçları ve gelecek planlamasına uygun olarak
tasarlanmış bir girişim olarak görünüyor.
AKP,
Amerikancı örtülü bir darbeyle iktidara gelen bir siyasi oluşum. Gerici
diktatörlük anayasasını kabul ettirerek, uzun süredir gerçekleştirmeye çalıştığı
Amerikancı ılımlı İslam rejiminin kuruluşunu tamamlamak istiyor. Rejim
değişikliğini hukuksal ve siyasal güvencelere bağlamak için bu adımı attığını,
önündeki en önemli engel olan Kürt siyasal hareketini yedekleyerek onu da gerici
dönüşümün bir parçası haline getirmek istediğini düşünüyorum.
AKP samimi değil. Çünkü kapsamı açıklanmamış, toplumla paylaşılmamış,
yasal ve hukuksal zemini yaratılmamış bir girişim bu... Bu sürecin nasıl
işleyeceğini bilmiyoruz.
KCK Başkanı Murat Karayılan
geçen perşembe günü (25 Nisan 2013) PKK’nın K. Irak’taki Kandil kampında
beklenen açıklamayı yaptı ve örgütün İmralı Adası’nda devletle Abdullah Öcalan
arasında varılan anlaşma gereğince, aşamalı şekilde ve silahlı olarak K. Irak’a
çekileceğini ilan etti.
Bu açıklamada dikkat çeken
iki olgu vardı; birincisi, çekilmenin koşulsuz olmadığı belirtiliyor, ikinci de
silahlı olarak gerçekleşeceği vurgulanıyor. Sınır dışına çekilme altı aşamalı,
çözüm süreci ise üç koşula bağlanıyor. Özellikle çözüm süreci için konulan
ikinci koşul büyük önem taşıyor.
Henüz yolun başında
bulunulmasına ve sürecin çok net koşullara bağlanmasına karşın, iktidar
çevrelerinden öyle bir hava estirilmeye başladı ki, sanki Kürt sorunu bir daha
gündeme gelmeyecek şekilde çözülüyor.
Ancak Murat
Karayılan’ın açıkladığı çekilme ve çözüm şartları, AKP’nin ülkeye yaymaya
çalıştığı “Bu iş bitti” şeklindeki havanın gerçek olmadığını gösteriyor. PKK,
yasal zemini hazırlanmayan çekilme ve çözüm girişimine temkinli yaklaştığını,
AKP’nin atacağı adımları gördükten sonra aşamalı şekilde ilerleneceğini ortaya
koyuyor. PKK, silahlarıyla sınır dışına çıktıktan sonra, AKP Hükümeti’nin
atacağı adımları bekleyeceğini ilan ediyor.
Çözüm
planının ikinci maddesinde (aşamasında) yer alan, “Eşit yurttaşlık, Kürt
kimliğinin ve varlığının tanınması,
anadilde eğitim,
Kürtlere statü sağlanması” gibi çok önemli siyasal düzenlemeler gerektiren
taleplerin yanı sıra, Türkiye genelinde de “demokratik” reformlar yapılmasının
bekleneceği belirtiliyor. Özellikle “demokratik anayasa” vurgusu dikkat
çekiyor.
Karayılan silahlı olarak ‘Güney Kürdistan’a
(Kuzey Irak) çekilerek, AKP Hükümeti’nin bu koşulları yerine getirip
getirmeyeceğini gözlemleyeceklerinin altını çiziyor. Hatta, ABD, AB ve Rusya
ile Türkiye’deki barış yanlısı demokratik güçlere de çağrı yaparak bu süreci
denetlemelerini istiyor.
Murat Karayılan’ın PKK ve
KCK’nın ortak görüşleri şeklinde ifade ettiği bu koşullar ile Abdullah Öcalan’ın
basına yansıyan İmralı Tutanaklarında ortaya koyduğu yaklaşım arasında büyük bir
farkın bulunduğu dikkati çekiyor. Öyle ki, “demokratik özerklik” gibi talepleri
barış sürecini sabote edeceğini belirterek geri çeken Öcalan, yerel yönetimlerin
özerkliğinin genişletilmesi (AB Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’ndaki
Türkiye’nin şerhinin kaldırılmasını bunun için yeterli buluyor) ve PKK’lı
tutuklu ve hükümlülerin serbest bırakılmasını bir anlaşma için yeterli görüyor.
Öcalan, AKP’nin hazırladığı anayasanın kabul edilebileceğini ve Tayyip
Erdoğan’ın devlet başkanlığının desteklenebileceğini belirtiyor.
Belli ki, Kandil ile İmralı arasında “çözüm süreci”
denilen yeni döneme ilişkin belirgin bir görüş farklılığı bulunuyor. KCK üst
yönetimi ve PKK’nın dış liderliği AKP’ye Öcalan kadar güvenmiyor. Bu nedenle
olsa gerek, Erdoğan’ın siyasal baş danışmanı, AKP teorisyenlerinden ve Ankara
Milletvekili Doç. Yalçın Akdoğan, bir televizyon programında “Karayılan yanlış
anlamış, süreci hatalı değerlendiriyor” diyor.
Aslında şu günlerde herkes Terörle Mücadele Kanunu’nun 6. Maddesine
göre suç işliyor. Yarın kalkıp bir savcı soruşturma başlattığı takdirde
yapılabilecek fazla bir şey yok. Yasal olarak düzenlenmemiş, hukuksal
güvencelere bağlanmamış bir süreç işliyor. Durum böyle olunca “çözüm sürecinin”
nasıl evrileceği konusunda da kimsenin net bir fikri bulunmuyor. AKP, “Siz önce
anayasaya, başkanlık sistemine evet deyin, sonrasına bakarız” diyor. Böyle şey
olabilir mi?
AKP’nin asıl derdinin Cumhuriyeti
tasfiye etmek ve bir Ilımlı İslam rejiminin kurulmasını tamamlamak olduğu
anlaşılıyor. Dar ideolojik (dinci) programına, kökleri Soğuk Savaş dönemine
giden siyasal terbiye ve örgütsel referanslarına sadakat gösterdiği izlenen
Erdoğan ve AKP liderliği için öncelik laik Cumhuriyetin tasfiyesi oluyor.
Gözleri hiçbir şeyi görmüyor ve bu nedenle çözüm için de “İslam birliği” yeterli
bulunuyor.
AKP ve PKK arasında
İmralı’da sağlanan mutabakatın yeni anayasa ve başkanlık sisteminin kabulü
üzerine kurulduğu anlaşılıyor. Oysa AKP’nin yeni anayasa ile kurmaya çalıştığı
başkanlık sistemi, faşizan yetkilerle donatılmış bir tek adam rejimi olacak. Bu
tek adamın siyasal olarak Türkiye’yi düzenlemesine imkân sağlayan bir anayasaya
“evet” denildiği takdirde bu girişimin de sonuçlanacağı görülüyor.
Çünkü yasal zemini hazırlamayan AKP Hükümeti’nin yeni
anayasanın kabulü ve başkanlık sisteminin yürürlüğe girmesinin ardından
“kaytarma” ve sözlü mutabakatı bozmaya yatkın bir konumda bulunduğuna ilişkin
derin kuşkular bulunuyor.
Bu nedenle AKP ucuz bir
manevrayla CHP’yi ve diğer Cumhuriyetçi, yurtsever ve sol çevreleri bu sürecin
dışında bırakmak için elinden geleni yapıyor. Aleviler sürecin dışında
bırakılıyor. Kürt sorununun “gerici yoldan çözümü” için PKK üzerinde de baskı
kuruluyor. Ortaya çıkacak bir Sünni İslam ekseni Ortadoğu’daki emperyalizmin
işbirlikçisi Siyasal İslamcı gerici blokla buluşturulmak isteniyor. Türkiye’den
çekilecek PKK silahlı güçlerinin PYD (Kuzey Suriye’deki PKK yanlısı Kürt
partisi) ile birlikte Suriye’de Esad rejimine karşı savaşa sürülmesi
planlanıyor.
Bazılarına fantastik bir komplo teorisi
gibi gelecek ama AKP Hükümeti, PKK’yı (dolayısıyla PYD) yanına aldıktan sonra K.
Irak’taki Barzani rejimiyle de anlaşarak gevşek bir Türk-Kürt Federasyonu
kurarak (bunu Kürtleri himaye altına almak şeklinde formüle edecekler)
sınırlarını genişletmeyi planlıyor. Böylece petrole uzanmak istiyor. Bazı Özgür
Gündem yazarları bunu açıkça yazıyor.
Böyle bir plan,
bırakın Kürt sorununun onurlu bir çözümünü, korkarız bütün bölgeyi kan gölüne
çevirecek ve mezhep boğazlaşmalarına yol açacaktır. Suriye’ye yönelik
müdahalenin sertleşmesi ve Kürt örgütlerinin bu kirli operasyona katılması bir
bölge savaşını tetikleyecektir.
İnsanların barış özlemi istismar ediliyor. AKP gerici faşizan bir
anayasayı ülkeye kabul ettirmek için toplumdaki barış istemini bir araç olarak
kullanıyor. Sürecin aktörleri, “Siz evet deyin arkasından barış gelecek, biz
uzlaşacağız, bu sorunu çözeceğiz” diyorlar.
Peki, sol
olmadan, Cumhuriyetçilerin desteğini almadan, yurtseverleri dışlayarak, bu
toprakların 200 yıllık derinliğe sahip ilerici ve aydınlanmacı damarını yok
sayarak nasıl çözeceksiniz? Çözseniz bile kalıcı olacak mı? Toplumsal uzlaşmaya
dayanmayan, ülkeyi aydınlığa çıkarmayan gerici bir çözümden kimseye hayır gelir
mi?
Kandil ve İmralı arasındaki açı farkı işte bu
çelişkiden kaynaklanıyor.
Yorum Gönder