Bu yazı, siz akil(!)lere bir açık tebliğdir… Dilerim yazı elinize ulaşır.
Sizler ‘mayın tarlasına sürülenler’siniz …
Haliniz ortada… İzmir’de Kayseri’de… Zonguldak’ta; Denizli ‘de…Malum birkaç yer dışında her yerde.
Denizli’de örneğin; buluşma yeri olarak, şehir dışında lüks bir otel seçtiniz.. Davetinize 50 kitle örgütünden 8’i katıldıysa…
Katılanlar ancak bir elin parmakları kadar idiyse…
Zaten sizden de her nedense 9’un sadece 5’i gelmişse…
Esnaf ziyaretleri de protestolar nedeniyle iptal edildiyse…
Gitmeyi planladığınız şehit ailesi de kabul etmemişse … ‘tutuklu basın’
istediği kadar işleri yolunda göstersin, sizler kendiniz tanıksınız
kendi halinize…
Size yüklenen görev gereği; vicdanınızın sesini de açık edememektesiniz.
Gözlerinizdeki yansımadan anlayabiliyoruz işin aslını…
Gelin onurluca davranın, size yüklenmiş o ağır ve hukuksuz görevi atın
sırtınızdan… Kurtarın kendinizi kullanılıyor olmaktan!.. Vebal ağır…
Süreç aldatıcı…
Size yakıştırılan sıfatla başlıyor yanlışın ilki…Atılan her adımla da artarak ve ağırlaşarak devam ediyor yanlışlar!..
Akil adam, soran sorgulayan adamdır… Yaptığı işin mahiyetini bilendir.
Emir eri itaatiyle, tek merkezli görev emrine uyarak, çıkmaz yollara
dökülmek değildir ‘akil’lik.
Dolmabahçe Sarayı’nda yapılan 2
saatlik bir “şarj” operasyonu ile; “haydi aslanlarım” edasıyla
sıvazlanan sırtlarla “akil” adam olunmaz… Sokak tiyatrosunda sıradan bir
rol üstleniyor değilsiniz!...
Akil adam, öncelikle yaptığı işin niçin’ini ve kimin için’ini sorgular…
Yüreğiniz yetip de bunu soramadınız… Verilen paye ile yollara
dökülüverdiniz, ‘sosyolojik, psikolojik, eğitimsel, siyasal…birikimlerim
nedir ki’ bile demeden!...
Hem de; ‘bu güne dek dümen suyunda
kürek çekmekten öte’ ne yaptım da parmağın beni işaret etmesiyle ‘akil’
aniden oluverdim demeden!..
Erdem odur ki; ‘kişi önce kendini
tartar vicdan terazisinde; el kantarına çıkmadan önce’ bile demediniz,
çıkıverdiniz meydanlara… Er meydanı bildiniz; sizler için yükseklere
konuşlandırılmış halka yüksekten bakan salon sahnelerini…
Piliniz bitti; bir kenarda kalakaldınız…Pilli bebeklerin ömrü; pillerininki kadardır
İkna adına halkın sizlerden öğreneceği hiçbir şey yoktur!.. Zira;
sözcülüğünü ve taşeronluğunu üstlendiğiniz savunuların asli sahipleriyle
halkın çıkarları çelişkidedir!…
İleri demokrasi adına öfke ve kin
dolu nutuklar atılarak gelinen nokta tehlikeli ve çıkmaz sokaktır.
Sizler bu tehlikeli ve çıkmaz sokaklara… mayın tarlalarına
sürülenlersiniz..
Aldatma ve yalanların, gün be gün daha iyi
anlaşılmasıyla, sahte barış çağrılarının kimlere hizmet ettiği artık gün
gibi aşikardır. Bunu halk biliyor da; sizler misiniz bunun cahili!?...
Sizlere yüklenen sıfatta değil ki tek hata!... Seçilmeniz…
görevlendirilmeniz… cepheye sürülmeniz.. Her eylem ve her
söyleminiz…yürürlükteki T.C kanunlarına göre ağır suç. Korunup kollanma
güvencesi olmadan; o pervasız söylemler dökülemez dillerden!...
Biriniz kalkıyor; “Abdullah Öcalan cesur biri…. Eyalet sistemine
geçilmelidir. 'istenenler’ verilmezse metro istasyonları, alış veriş
merkezleri hergün patlar.. Ceset parçaları üzerimize sıçrar” diyerek
utanıp arlanmadan gözdağı veriyor…
Bir diğeriniz; “ Öcalan’ın serbest bırakılmasından, kandil ile İmralı arasındaki doğrudan temas”tan söz edebiliyor…
İçinizden bir başkası; “Öcalan’ı TBMM’de üye olarak görmek”ten söz
ediyor ve “sürecin doğal lideri olarak doğrudan Öcalan’ı işaret
edebiliyor.
Bir diğeri; “Öcalan’ı yine mutlak önder” kabul edip, meşruiyet kazandırıyor…
Bir başka akil(!) yine; “keşke barış sürecini başlatan kişi de özgür
ortamda olsa” diyerek temenniyi aşan hazmettirme sürecine çanak tutuyor…
Bunlar sadece akil(?!)lerden bazılarının (şimdilik) söylemleri…
Bu söylemlerin hangisi masum!?... Hangisi legal!?... Bu söylemler mi ‘süreç’in nanesi?
Bu söylemlerin hangisi getirecek bu ülkeye barışı!...
Kavgayı körükleyen, hiçbir yasal dayanağı olmayan, toplum kesimleri
arasındaki ayrışma ve bölünmeyi körükleyen bu söylemler, hangi hasta
ruhların neresinden çıkıyor da; 40.000 kişinin 40 yıllık katili, meclise
“Yüce Üye” olarak layık görülebiliyor!?...
Bu söylemler içten ve dıştan destek almadan bireysel cesaretle dile getirilmiş söylemler olabilir mi!?...
Sevr döneminin o ihanet söylemlerinden, bunların ne farkı var ki!?.. Azmettiricisi kim; ya da kimler bu söylemlerin!?...
Her taşın altında “örgüt” arayan Cumhuriyet savcıları nerede!?...
Hukuksuzluğun at koşturduğu ülkedeki rejimin adı demokrasi olabilir
mi!?.. Nerede hukuk devleti… Ne güne duruyor, kimler için yürüyor
yürürlükteki kanunlar!?..
Yoksa bu nedenle mi “her görüldüğü yerde”
T.C’ler kaldırılmak isteniyor!?... Neyin hazırlıklarına alıştırılmaya
çalışılıyor halk!?...
Barış istemeyenin Allah belasını versin… Ama
bilerek ve isteyerek, birilerinin taşeronu olarak, başkanlık dayatmasına
çanak tutanların da… Bir yandan, terör örgütü ile “devletler arası
müzakere yapar gibi” devletin resmi kurumlarını da kullanarak gidiş
gelişlerle, heyet-i nasihalarla, 90 yıl öncesinin kuyruk acısını hala
unutamamış hainlerin ve düşmanların tavsiye ve dayatmalarıyla devletin
onurunu kıran birlik ve beraberliğe ve Türk Halkı’nın kardeşliğine sahte
ve yapay düşmanlıklar sokanların da...
Ve yine arabulucu sıfatıyla
halkın gözlerinin içine baka baka… yalanları doğru gibi yutturmayı
politik başarı sayanların da… Allah belasını versin!?...
Eğer bu
gün; tarih; 30 sene önceye dönüp her taşın altında ‘suçlular’ arıyorsa;
30 sene sonra veya daha kısa bir zaman diliminde de aynı tarihin bu
günlere dönüp, her taşın altında suçlu arama olasılığı gözlerden ırak
tutulmamalıdır!...
Tarihin en büyük zilleti; tekerrürüdür… ama bu
tekerrürü de hiçbir güç tarih boyunca engelleyemediği gibi, tarihi
tekerrüre zorlayanlar da ondan ders almayı ne yazık ki
bilmemişlerdir!...
Hitler; bu gün yaşasaydı; sonu yine dünkü gibi olurdu!..(I. Fasıl’ın sonu) (Fasıl-II yolda)
Mehmet Halil Arık
Emekli eğitimci- DENİZLİ
mehmethalilarik@gmail.com
Yorum Gönder