Abdullah Gül: Panik butonu - Ayşenur Arslan

İddialı ya da tuhaf bir başlık oldu, farkındayım. Aslında, uzun süredir kimi sohbetlerde dile getirdiğim bir benzetmeydi bu. BAĞIMSIZ Dergisi’nin son sayısını okuyunca sizlerle de paylaşmak istedim. 
Sevgili Barışlarım, Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan çok güzel bir çalışma yapmış. Ankara’da İsmet Demirdöğen çok dikkat çekici bir röportaj gerçekleştirmiş. Ve ortaya, NOKTA’dan bu yana hasret kaldığım bir kapak dosyası çıkmış.
Söylenen çok özetle şu: Cumhurbaşkanlığı (ya da Başkanlık) seçimi için geri sayıma geçildi. Erdoğan ile Gül arasındaki gerilim de su yüzüne çıkmaya başladı. Bundan sonra saflar iyice ayrışabilir. Hatta Cumhurbaşkanı Gül, yeni bir partiyle yola devam edip Çankaya için yeniden aday olabilir. Yazıda kod adı niyetine Gül Partisi denilen oluşum için kolların sıvandığı belirtiliyor. Partinin başına da eski TMSF Başkanı Ahmet Ertürk’ün gelebileceği notu düşülüyor.
Şimdilik zor görünse de, AKP cephesi her fırsatta “ayrılık yok” diye yeminler etse de böyle bir hamle mümkün. Mümkün de..
Türkiye gibi dört bir tarafından küresel sisteme bağlı/bağımlı bir ülkede, bu gibi büyük seçimlerde hesaplar çok karmaşıktır. Şimdi gelin, taraflara şöyle bir bakalım.. Kimin ne hesabı olabilir, ona bakalım.. Birkaç parametreyi birlikte sıralayalım:

MASAMIZ OYUNA AÇILMIŞTIR!

AKP, Batı dünyasına bağlılık yemini ederek iktidara geldi. Yeminin ilk göstergesi olarak da Irak’ın işgaline her anlamda yardımcı olma sözü verildi.
Irak tezkeresi sırasında Başbakan, Abdullah Gül’dü. Tezkerenin çıkmayışı nedeniyle en çok yara alan da o oldu. İlk gerilim o kavşakta uç verdi. Daha sonra  Çankaya’ya çıkması,  “etkisizleştirilmesi” anlamına geldiği için Erdoğan ve ekibinin işine yaradı.
Erdoğan hâlâ ABD’nin ve genel olarak Batı dünyasının güvenini kaybetmiş değil. Özellikle İsrail’le “barışması” ve Suriye konusunda oynadığı / oynayacağı rol alkış topladı.
En az bu kadar önemli bir başlık da, Kürt meselesi.. Erdoğan barış hamlesiyle kendisinden uzun süredir bekleneni yaptı. Muhtemel Suriye savaşında çok büyük önem taşıyacak “bölgedeki Kürtleri” ABD-Türkiye-İsrail safına çekebilmenin yolunu da açtı. Bu ittifakın elini güçlendirdi. (PYD, yani Suriye Kürtleri’nin Esad’a karşı savaşmaya başladığını kimselere bırakmadan bizzat Başbakan açıkladı. Hem de büyük bir müjde gibi. Neden dersiniz!)
Ancak Erdoğan “içerdeki” performansı nedeniyle sıkıntı yaratıyor. ABD ve özellikle Avrupa kamuoyu Türkiye’nin nasıl bir otoriter yönetim altında olduğunu görüyor. Daha doğrusu görmek zorunda kalıyor. Dahası,  “diktatörlüğe doğru” gidildiğini de fark ediyor.
Abdullah Gül ise, son zamanlarda daha yüksek sesle dile getirdiği şikayetleri ve demokrasi vaazları nedeniyle puan topluyor. Hem AKP tabanından hem de CHP ve MHP gibi, başkanlık yarışında şansı olmayan partilerin tabanından oy alabileceği hesaplanıyor. Böylece Çankaya’ya tekrar çıkabileceği ve bunun toplumsal, siyasal gerilimi azaltabileceği düşünülüyor.

SÜRPRİZ HAMLELER OLMAZSA ERDOĞAN

Buraya kadar net bir tablo çıkmadı, değil mi! Zaten durum da netlikten çok uzak. Hem iç ve dış parametreler.. Hem bölgedeki sıcak gelişmelerin alacağı seyir.. Ya da diyelim ki, İran’ın güçlü bir hamlesi.. Hatta şu anda çok çok uzak gibi geliyor ama sıkı bir ekonomik kriz.. Denklemi bir anda değiştirebilir.
Yine de bugünden şunu söyleyebiliriz: ABD ve Batı dünyası Erdoğan’dan kolay kolay vazgeçmeyecektir. Temelini kendisinin attığı “ılımlı İslam” yolunu da –arada bir balans ayarı yaparak- destekleyecektir.
Ancak, yukarıda sıraladığım seçeneklerden herhangi birindeki bir sapma, B planını devreye sokacaktır. Örneğin gerilimin patlama noktasına geldiği sezilirse “panik butonuna” basılacaktır.
Abdullah Gül, şu an itibariyle hem küresel sermaye hem de Türkiye’deki iş/medya çevreleri açısından “panik butonu” olmaktan öteye gitmiyor. Önümüzdeki bir yıllık “sıkışık” bir süreçte de bunu aşabilecek gibi görünmüyor.

HAFTANIN BAŞLIĞI

İbrahim Tatlıses’in kızı oldu. Hemen her gazete küçük veya büyük, haberi verdi. Ama bir gazete var ki, başlığı ve yaklaşımıyla tüm gazeteleri solladı.
Vatan Gazetesi’nin başlığı ve spotu şöyleydi:

İBO’NUN ALTINCI ÇOCUĞU SARIŞIN

İbrahim Tatlıses’in “inşallah annesine benzer” dediği bebeğin, annesi Ayşegül Yıldız gibi sarışın ve beyaz tenli olduğu öğrenildi.
No Comment!

ONE MINUTE! NOOLİYİ

Bu başlık, Rize’nin NABIZ Gazetesi’ne Metin Göktepe ödülünü kazandırdı. Jüri toplantısında gazetenin manşeti kalplerimizi fethetmişti zaten. Çok sıcak bir sorun, çok sıcak bir üslupla aktarılmıştı. “BAŞBAKAN’A HEMŞERİLERİNDEN ONE MINUTE! NOOLİYİ: Rizeli çay üreticileri fabrikalarının yıkım kararına karşı bu kez Çay-Kur Genel Müdürlüğü önünde eylem yaptı yolu, trafiğe kapattı, bizim sahibimiz yok diyerek Başbakan Erdoğan’a seslendiler.”
Sahiden de Rizeli “Nooliyi” diye soruyor hemşerisine.. Çay fabrikaları kapanıyor.. Tarım alanları ufaldıkça ufalıyor.. HES’ler suları kirletiyor.. İki eylem, üç dava.. Birkaç sıcak fotoğraf karesi.. Gündemden düşüp gidiyor.
Malum şu sıralarda gündem Barış Süreci. Başbakan sürece kitlendi. Gözü başka bir şey görmüyor. Ama Türkiye’de milyonların kafası karışık. Süreç için de “nooliyi” diye soruyor.
Metin Göktepe ödülleri gecesinde, işte bu konu da bir başka ödül vesilesiyle hatırlandı. Bir kez daha “Nooliyi Sayın Başbakan” dendi.. Çünkü  “batsın böyle gazetecilik” sözleriyle hedef gösterdiği isimlerden biri, sevgili Namık Durukan, Jüri Özel Ödülü almıştı. Yılın haberi olduğu tartışılmayacak “İmralı Zabıtları” haberiyle.. Ve elbette oybirliğiyle..

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget