Hafta içinde iki toplantıya katıldım.
İlki; Marmara Grubu Vakfı’nca düzenlenen 16.
Avrasya Ekonomik Zirvesi’nin “Modernleşme ve Kadın”
paneliydi. Panelin moderatörlüğünü ben yaptım. Türkiye’nin
önde gelen kadın sivil toplum kuruluşları ile toplantıda bir araya geldik.
Kahve molasında, etkili STÖ temsilcilerinden biriyle konuşurken
kendisine şu soruyu yönelttim: “AKP iktidarı
kadın örgütlerini de bertaraf etti. ’80 ortamında dahi kadın STÖ’leri çok
etkindi. Kadının siyasete katılımı, eğitim, doğum kontrolü gibi konularda
tabanda pek çok örgüt, siyasi partilerden daha büyük faaliyet gösteriyor;
kamuoyu oluşturuyordu. Medeni yasa değişikleri örneğin kadın örgütlerinin eseri.
Ancak son yıllarda kadınların sesi de kesildi. Kürtaj dışında kadın STÖ’lerinden
hiç ses yükselmiyor. Ne oluyor? Gerçek bu kadar karanlık mı? Ben mi
yanılıyorum?”
“Durum
maalesef tam da sizin tarif ettiğiniz gibi…” yanıtını verdi
muhatabım: “Kimi sustu, kimi de başbakan karşısında bir güç
tapınmasına kapıldı. Hiç ummadığım kadınlardan; ‘Tapılacak
adam!’ tünrü ifadeler duyuyorum!”
‘Atatürk’ün iktidarı
gibi!’
Ertesi gün, iş çevrelerinin bir
araya geldiği bir başka önemli toplantıda bulundum.
Ankara’yı
yakından izleyen bir gözlemciyle başbakanın bu kaygı veren “güç birikimini” konuştum. “Durum özetle Menderes’in son
yılları gibi mi?” dedim safça…“Ne Menderes’i?” diye güldü konuştuğum kişi:
“Elinde tuttuğu iktidar itibarıyla, günümüz Erdoğan’ını yalnız Atatürk’le karşılaştırabilirsin!”
Bir çeşit
yani “millli şef” durumu...
Atatürk haliyle ulusal kahramandı. Dönem farklıydı… Bunlar başka
konular. Buradaki göndermeye yalnız iki liderin elinde tuttuğu “iktidarın çapını” tarif etmek açısından
başvurulmaktaydı...
Cumhuriyetin ilk yıllarında Atatürk’ün
iradesine karşı çıkmak nasıl düşünülmez idiyse, Erdoğan’ın iradesine karşı
çıkmak da anlaşılan Ankara’da o derece düşünülemez hal almış!
Aynı
toplantıda karşılaştığım bir işadamı hemen arkadan “TÜSİAD”ın süreçte hepten pasifize edildiğini
belirtti. “TÜSİAD’ın demokratikleşme gibi
konularda son dönemde hiç çıkış yaptığını duyuyor musunuz”
sorusunu sorduktan sonra ekledi: “Türkiye’de bugüne değin
hep ön safta bulunmuş olan bu önemli sivil toplum örgütünün sesi de
kesildi.”
Bunları neden anlatıyorum?
Başkanlık ve yarı başkanlık sistemlerinin tartışıldığı iklimi
tanımlamak için.
De facto “başkanlık” -
“şeflik!” - moduna geçilmiş zaten. İstenen bundan böyle
fiili duruma hukuki çerçeve kazandırmak!
Medya ve yargının
durumları ortada…
Etkili ve güçlü sivil toplum örgütleri de birer
birer teslim bayraklarını çekmişler. Çatlak sesler ayıklanmış. Büyük sükût
ortamında şimdi artık “başkan babamız sisteminin” inşası bekleniyor.
Tantanası papayı aştı
Erdoğan’ı yurtdışında izlediğinizde fiiliyatta
zaten “milli şef” de değil bir modern
zamanlar “Muhteşem Süleyman”ı havasının
estirildiğini görüyorsunuz.
Geçen yılın mayısında başbakanın Roma
çıkarmasına ben doğrudan tanık oldum.
Kent merkezinde trafiği felç
eden güvenlik konvoyu, ambulanslar, tepede vızır vızır
uçuşan helikopterler, Romalıların “Ne oluyor? papa mı
geçiyor? Tantanası bol papa bile bize bunca eziyet çektirmez!” yorumlarına yol açtı...
Yaz sonu Kırım’a gittim.
Yalta’da bir konferans için gene Erdoğan beklenmekteydi. Uluslararsı bir
toplantıya katılacak Türk Başbakan’ın “otel
rezervasyonu” içinden çıkılmaz bir
protokol bunalımına dönüşmüştü.
Kentte bir beş yıldızlı otel
vardı. Ondan da başbakan için, “80 oda” istenmekteydi! Bu dev heyetin hikmeti çözülememişti. Kentteki biricik
lüks otelden talep edilen odaların hepsinin Erdoğan’a verilmesi halinde, diğer
delegasyonlar açıkta kalmaktaydı…
Bu kış sonra İspanya’ya gittim.
Orada da İspanya’nın bir önceki Brezilya büyükelçisi ile
tanıştım. Adam Türk olduğumu öğrenir öğrenmez Erdoğan’ın Brezilya seferini
anlattı: “Sizin başbakanınızla benim
başbakanımın (o dönem Medeniyetler İttifakı eşbaşkanı Zapatero) Brezilya gezisinde havaalanına inişleri
çakıştı. Havaalanına gidince ne göreyim? 50 arabalık dev bir kortej, Erdoğan’ı
bekliyor! Korumalar, ambulanslar… Şaşırdım. Bizim başbakanı bekleyen araba
sayısı sadece 5’ti!”
O
İspanya ki… Güney Amerika’da muazzam bir imparatorluk kurmuş. O coğrafyada
itibarına acayip önem veriyor. Buna karşın İspanya başbakanı, gittiği
ülkeden ‘5 arabadan’ büyük konvoy talep
etmiyor.
İspanya’nın da ETA’sı, şusu busu, onca... güvenlik sorunu
var. Ama garibime, 5 araba yetiyor. Neden? Vergi mükelleflerine fatura edilecek
bu minval harcamalarda, demokratik ülke başbakanlarının bunca keyfi tasarrufları
bulunmuyor çünkü…
Erdoğan bir demokratik ülke başbakanı gibi
değil, nicedir zaten bir “başkan baba” gibi davranıyor.
İçte ve dışta bir
“Başkan Baba” tarzı benimsiyor.
O olayı kafasında çoktan bitirmiş!
Bize de uzaktan
yalnız bir film gibi olanları izlemek kalıyor.
Yorum Gönder