“Et Ürünleri Tebliğ Taslağı" yürürlüğe girerse “ Ocak 2014’ ten itibaren sucuk, sosis ve salam fiyatları el yakacak”mış.
Neden?
Çünkü yeni düzenlemeyle sucuk, döner gibi ürünlerde kırmızı ete tavuk
eti karıştırmaya “dur” denecek; işin içinde tavuk eti olmayınca da
kırmızı etin maliyeti yükselip fiyatı artacakmış.
İktisat kuralı olarak doğrudur tabii; malın maliyeti yükselirse besbelli ki fiyatı artacaktır.
Şimdi biz de işin geri planını, yani neden karıştırıldığını; bunun
aslında piyasanın işleyiş mantığından kaynaklandığını, et kıtlaşınca
fiyatının artacağını, artınca insanların gelirlerinin yetmediği için
tavuklu karışımlara “razı” olmak zorunda kaldığını, bunun bir hileden
çok halkın “değeri düşük mallara yönelme” hali olduğunu anlatalım.
Doğrusunu söylemek gerekirse, o kasaptan aldığınız etin “ateş pahası” olmasında kasabın hiç suçu yok; Bütün kabahat IMF’in!
“Bunda da mı ideoloji” yahu… “Sen de bu IMF’yi en son kasap dükkânına
bile soktun ya” diyecek olanların da sabırla okumasını dileyerek
açıklamaya çalışalım bakalım.
Başarabilirsek sonunda
anlaşılacaktır ki; aslında bu olayın nedenini kasap dükkanının içinde
aramaya kalkmak pek yüzeysel bir algılamadır ve “düzen-baz saflığı”dır.
Yani “pek safça ve sorgulamadan bu kurulu düzenden yana olma, her söylenene inanma” ideolojisinin etkisinde kalmak" demektir.
*
Türkiye “maalesef” ekonomisini yönetmede telaşa kapılınca 1947 yılında
IMF ‘in koltuğu altına girmiş, yine parasızlığının had safhaya çıktığı
1961 yılından başlayarak da, adına “Stand by” denen ve bir bakıma IMF’in
“bana yaslan” diye de algılanabilecek tam 19 anlaşmasına imza atarak
onu kendisine “ekonomik yol gösterici” haline getirmiştir.
IMF, adından da anlaşılacağı üzere “Para Fonu”dur.
Bu Dünya’daki para işlerinin –tabii ki para sahipleri açısından- tıkır
tıkır işlemesi gereğinden yola çıkarak planlamalar yapar ve bunları
uygular.
Bu uygulama da; her zaman için, “Para”nın kime ve
hangi şartlarda verileceği, kimden kazanılacağı, verilen paranın yeterli
verimi elde edebilmesi ve selametle geri dönebilmesi için borç alan
ülkelerin ekonomisinin nasıl yönlendirileceği, buna imkan veren
siyasetin nasıl denetim altında tutulacağına kadar her türlü inceliği
gerektirir.
Türkiye 1961 yılından bu yana IMF açısından önemli bir “müşteri” olmuştur.
Dolayısıyla şimdi konumuz olan hayvancılık dahil, pek çok işine dikkat
edilmeli, yapması gerekenler “niyet mektubu” adı altında kendisine
yazdırılmalıdır.
*
Bu ekonomisi zayıf ülkenin –iyi kötü
kendi ihtiyacını karşılasa da- hayvancılığı aman aman bir düzeyde
değildir. Özellikle o yıllarda nüfusunun önemli kısmının köylü olduğu,
tarım ve hayvancılıkla geçindiği ülkede; eti, samanı dışarıdan ithal
edecek kadar geriye düşürmemek için bu babadan görme usullerle yürütülen
hayvancılığın islah edilmesi, desteklenmesi ve ekonomik gelişmenin
dinamosu yapılması gerekir değil mi?
Hal böyleyken gelin bir bakalım; acaba 9 Aralık 1999 tarihli “Niyet” mektubumuzda bize neler “yazdırılmıştır”:
Sn. Michel Camdessus
Başkan
Uluslararası Para Fonu
Washington D.C. 20431
…………….
-“Hâlihazırda uygulanmakta olan tarımsal destekleme politikaları
fakir çiftçilere destek sağlamanın en düşük maliyetli yöntemi değildir.
-Yapılan uygulama, piyasadaki fiyat sinyallerini bozarak kaynak
dağılımını kötü etkilemekte, fakir çiftçilerden çok zengin çiftçilere
fayda sağlamakta…
-Bütün bunların ötesinde, bu politikalar, son
yıllarda ortalama olarak GSMH’nın %3’ü gibi bir maliyet ile vergi
mükellefleri üzerine ağır yük getirmektedir.
-Reform
programımızın orta vadeli amacı, var olan destekleme politikalarını
safhalar halinde ortadan kaldırmak ve fakir çiftçileri hedef alan
doğrudan gelir desteği sistemi ile değiştirmektir.
………….
-
Geçiş döneminde tarım politikaları rasyonalize edilecektir. Bu amaca
yönelik olarak Hükümet hâlihazırdaki destekleme politikalarının 2000
yılındaki uygulamasında belirleyici olacak ve doğrudan destek sistemi,
-tam uygulamaya konamadığı takdirde- 2001 yılı için de geçerli olacak
olan aşağıdaki prensipleri ilan edecektir:
-2000 yılı hububat
destekleme fiyatları, destekleme fiyatları ve tahmin edilen dünya piyasa
fiyatı arasındaki fark, tahmin edilen dünya c.i.f. piyasa fiyatının
%35’inden fazla olmayacak şekilde belirlenecek ve 2001 yılında bu fark
daha da azaltılacaktır.
-Tahmin edilen dünya fiyatı Şikago
Borsası’nda (Chicago Board of Trade) kote edilen USA2HRW’nin fiyatına
bağlı olarak belirlenecektir.
………….
-TŞFAŞ şeker pancarı
üretimi desteğini şirketin zararı Hükümet tarafından bütçe dengeleri
gözetilerek belirlenen sabit bir miktarı geçmeyecek şekilde
yürütecektir.
…….
-Hükümet çiftçilere verilen kredi
sübvansiyonunu safhalar halinde tedricen oradan kaldıracaktır. Ziraat
Bankası ve Halk Bankası tarafından verilen kredi sübvansiyonlarının
toplam maliyeti 1999 yılı için tahmin edilen GSMH’nın %1,2’lik
seviyesinden 2000 yılında GSMH’nın %0,6’sına düşecektir.
-Gübre ve diğer girdi sübvansiyonları 2000 ve 2001’de nominal olarak sabit tutulacaktır.
(Yetkili İmzalar)
*
Gelelim 15 Nisan 2008’e.
O gün “Hayvancılığın Desteklenmesi Hakkında Karar” Resmi Gazete’ de yayınlanarak yürürlüğe girdi.
Hayvan yetiştiricilerinin büyük tepkiyle karşıladığı kararda şunlar vardı:
-Bu uygulama ile 2007′de 1.3 milyar YTL olan hayvancılık destekleri 2008′de 750-800 milyon YTL’ ye çekilmesi hedeflendi.
-Hayvan başına ödemeye geçilmesi ile daha önceki yıllarda üreticiye
verilen süt teşvik primi, damızlık düve, buzağı, suni tohumlama, soğutma
tankı gibi birçok destek kaldırıldı.
-Hükümet, yem bitkileri
desteklerinde de düzenleme yaparak bazı destekleri tamamen kaldırırken
bazılarının destekleme miktarlarını düşürdü.
-2007′de dekar
başına 130 YTL olan yonca desteği 115 YTL’ ye, korunga desteği 80 YTL’
den 75 YTL’ ye, yapay çayır-mera desteği 100 YTL’ den 75 YTL’ ye, tek
yıllık yem bitkilerinde (fiğ, macar fiği) destek 50 YTL’ den 30 YTL’ ye,
silajlık tek yıllık yem bitkileri ve silajlık mısır desteği de dekar
başına 60 YTL’ den 45 YTL’ ye düşürüldü. Sertifikalı tohum kullananlara
yapılan yüzde 5 ve kalkınmada öncelikli yöreler için uygulanan yüzde 10
ilave destek ile sertifikalı yem bitkileri tohumluğu üretenlere yapılan
destekler de kaldırıldı.
-Verimliliği ve kaliteyi teşvik eden,
sektörü kayıt içine alan diğer bazı desteklerde kaldırıldı. Buna göre
2007′de belgeli damızlık düve başına ödenen 550 YTL, sertifikalı düve
başına 275 YTL, kalkınmada öncelikli yörelerde suni tohumlama için 36
YTL, diğer bölgelerde 26 YTL ödeme 2008′de yapılmayacak. Ayrıca, suni
tohumlamadan doğan soy kütüğüne kayıtlı buzağı için buzağı başına 140
YTL, ön soy kütüğüne kayıtlı buzağı için 80 YTL destek de kaldırıldı.
-Sektörde teknoloji kullanımını teşvik etmek ve kaliteli süt üretimini
desteklemek amacıyla sağım ünitesi ve soğutma tankı kuranlara 200 bin
YTL’ lik faturanın yüzde 40′ı, gübre çukuru yaptıranların ise 100 bin
YTL’ lik faturasının yüzde 40′ı desteklenirken, 2008′de bu iki destek
kalemi de kaldırıldı.
*
Yazı biraz ayrıntılı oldu ama, bu
memlekette hayvancılığın nasıl çöktüğünü, kırmızı et üretimi olarak da
algılayabileceğimiz hayvancılığın –bize iyilik olduğu söylenerek- IMF’in
isteği ve desteğiyle nasıl yok edildiğini yuvarlak laflarla anlatmak da
olmazdı. Bu sektörün adım adım nasıl üvey evlat haline getirildiği
ancak bu bilgiler masaya konarak anlatılabilir.
Belki çok
kısaca söylenseydi “Türkiye’nin hayvancılığında IMF’e rüzgar ektirildi,
şimdi hep birlikte fırtına biçiyoruz” denebilirdi.
O fırtınayla
hayvancılık adım adım yok edildi; hatta “ Bakın eti ucuzlatıyoruz”
gerekçesiyle taa Güney Amerikalardan ithalat yapılarak içerideki besici
bir kere daha batırıldı, o da eldeki son hayvanlarını kasaba göndermek
zorunda kaldı.
Bilir misiniz, kasap dilinde köylerden kesimlik hayvan toplayan esnafa “Cambaz” denir.
Şimdi ortalarda kesimlik hayvan kalmayınca o eskinin cambazları ne yapıyorlardır bilemiyorum.
Devir değişti ya, cambazları da değişti tabii. Şimdikiler malın
hesaplısını Arjantin “pampa”larında, Avustralya meralarında arıyorlar.
Bu arada bizim “yetiştiriciler” mi?
İşin içinde yine IMF’in tavsiyesi var mı bilemiyorum ama onlar son
zamanda işsizlikten köylerini terk edip şehirlere indikten sonra
yerleştikleri dış mahallelerde en az üçer “çocuk yetiştirmekle”
görevlendirildiler.
Şimdi büyükşehirlerimizin zaten yollara, otobüslere, metrolara sığmayan nüfusunu biraz daha artırmaya çalışıyorlar.
Bülent SOYLAN
Yorum Gönder