Eski masallarda sihirli sözcükler vardı. Ali Baba’nın masalında kırk haramiler “Açıl susam açıl” dediklerinde, define dolu mağaranın kapısı açılırdı.
Son zamanlarda büyüklere masallar ileri demokrasisinde de bazı
sihirli sözcükler türedi; maymuncuk gibi her kapıyı açıveriyorlar.
Ergenekon bunlardan biri; her kapıyı açıyor, her şeyi açıklıyor, her şeyin mazur görülmesini sağlıyor.
Ergenekon her şeye çare oluyor, Ergenekon’da da her şeye çare bulunuyor.
Bir zamanlar uzun tutukluluk sürelerinden yakınıyorduk..
Neyse ki erken uyandım. Uzun tutukluluk sorununun aşılacağını çabuk gördüm.
Aşıldı da...
Uzun tutukluluk yerine acele verilmiş bir mahkûmiyet, infazını
mahkeme kararına dayandırır, böylece uzun tutukluluk süreleriyle ilgili
eleştiriler geride kalırdı.
Şimdi o yolda ilerlenmektedir.
Ergenekon davasında savcılar esas hakkında mütalaayı okumaya
başlayınca, uzun tutukluluk döneminin sonuna gelindiği de belli oldu.
Sakın ola ki, şimdi kimse çıkıp da “Bu, esas hakkında mütalaa, mahkeme bu taleplerle bağlı değil” demesin! Bu insan zekâsıyla alay etmek demek olur.
***
Ayrıca, mahkeme zaten bu konudaki tavrını çoktan belli etmiş bulunuyor.
Geçen celselerde, sanıkların getirdikleri tanıkları heyetin
dinlemesi gerekirken dinlememesi de her şeyi açıklamaya yetmiyor muydu?
Hatırlayalım mahkemenin bu tutumuna gerekçe olarak yaptığı açıklamayı:
- Zaten olay hakkında yeterince kanaat sahibi olduk.
Ama siz hâlâ mahkemenin esas kararını açıklamadığını, onu beklemenin yerinde olacağını söyleyebilirsiniz.
Dün Türkiye iki önemli olayı birden yaşadı. Birincisi Ergenekon davası idi. İkincisi BDP heyetinin İmralı ziyareti.
Tablonun bir yanı karanlıktı, öbür yanı ise aydınlık.
Tablonun karanlık yanı Silivri’deydi. Silivri’de, Türkiye’yi karanlık günlere götürecek, her türlü kötülüğün anası terör örgütü Ergenekon’un
karanlık yüzlü, meşum amaçlı üyeleri vardı; bunların başında rütbesi ve
bir zamanlar işgal ettiği makam dolayısıyla eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ bulunuyordu.
Gerçi Başbuğ terör örgütü şefliğiyle suçlanmıyordu ama bu durum,
hakkında ağırlaştırılmış mübbet istenmesine engel oluşturmuyordu.
Öte yandan İmralı’da, Türkiye’yi badireden kurtarıp barışa götürecek akil devlet adamı Abdullah Öcalan bulunuyordu. İlker Başbuğ, Fatih Hilmioğlu, Mustafa Balbay, Tuncay Özkan, Yalçın Küçük, Doğu Perinçek, Mehmet Haberal vb. gibi “şer cephesi”nin karşısında, Türkiye’nin aydınlık yüzlü geleceği Apo parıl parıl parıldıyordu.
İnsanın göğsü kabarıyor, içinden şöyle haykırmak geliyordu:
- Türkiye seninle gurur duyuyor!
Kusura bakmayın! Sözün bittiği yere ulaşınca, insan neye alkış tutacağını şaşırıyor.
Tarihte ‘Bas git’in parladığı anlar
23 Şubat’ta Kahramanmaraş’ta meydana gelen bir olaya kamuoyu sonradan muttali oldu.
O tarihte, Kahramanmaraş’taki Patriotları teftiş etmekte olan Alman Savunma Bakanı için yolun açık tutulması talimatını alan Alman asker, Kahraman Güneş Paşa’nın geçişine izin vermemeye kalkmış, “Bas git” cevabıyla ağzının payını almış.
Kimileri bundan pek hoşlanmışlar; göğüsleri kabarmış, iftihar etmişler.
Ben aynı duyguları taşımadım. Doğrusu böyle bir tepkiyi,
askerlerimizin kafasına çuval geçiren Amerikalı subaya göstermek daha
doğru olurdu.
“Bas git”in yıldızının parladığı an, o an olurdu.
Sosyal medyada haberi yorumlayan Sibel Göksel adlı okur, olayı haklı görüp ekliyor:
- Komutanın moralini bozmuşlar.
Allah Alah, komutanın moralini kim bozmuş, ne bozmuş dersiniz?..
Yorum Gönder