Türkiye artık eski Türkiye değil. Bu cümleyi her konuşmada duyar olduk. Özellikle iktidar mensupları ve onları ölümüne destekleyen medyanın güllerinin ağzından düşmez oldu bu sözler. “Kardeşim, şu lafı biraz aç ta, biz de anlayalım neyin değiştiğini” diyorsunuz, kan görmüş vampir gibi bakıyorlar.
Kamuoyunun dikkatini başka yönlere çekip, yapılan pazarlıklara türlü adlar bulundu. Önce “Açılım” dediler. Yapılanın pazarlık olduğu Habur rezaletiyle, kurulan çadır mahkemelerinde konuşulanlar ve ardından yaşananlarla anlaşıldı.
Baktılar tepkiler büyüyor, bu kez “Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi” dediler. Yapılanın korkunç bir pazarlık olduğu Oslo görüşmeleri ortaya çıkınca anlaşıldı.
Yılmadılar ve son olarak “İmralı Süreci” ya da “İmralı Görüşmeleri” dediler. Beklenmedik bir şekilde tutanaklar sızınca, yapılanın açıkça anayasa ve başkanlık sistemi pazarlığı olduğu anlaşıldı.
Adına İmralı görüşmeleri dedikleri sürece dışarıdan baktığınızda görünen manzara, “Eylem yapmayın, ne isterseniz alın” şeklindedir. Bunu artık inkâr etmiyorlar. Örneğin, amigo gazetelerden birinin çokbilmiş yazarı, “Herkes akan kanın durması için heyecan gösteriyor. Öcalan ile görüşmekmiş, Öcalan’ı eve çıkarmakmış, kimsenin umurunda değil” sözleriyle geldikleri noktayı özetliyor.
Birkaç yıl önce Cumhurbaşkanı Gül, “İyi şeyler olacak” demişti. Şimdi de Başbakan Erdoğan, 18 Mart’ta, Çanakkale’de, “Çok iyi şeyler olacak” dedi. Kimin için iyi olacak diye düşünmenize gerek var mı? PKK ve onun her kesimden uzantılarının, yandaşlarının sevincine baktığınızda, her şeyi anlayacaksınız.
Sadece 17 Mart’ta, bazı illerde yapılan, Nevruz kutlamaları denilen eylemlere ve bununla ilgili çıkan haberlere bakıldığında bile, olacağı söylenen iyi şeylerin içeriğini anlamak mümkün.
Haber, “çoğu Nevruz kutlamalarına karşı çıkan 80 kişi gözaltına alındı” şeklinde olunca, geriye söylenecek söz kalmıyor?
Ne demiştik yazının başında, Türkiye eski Türkiye değil. İktidar mensuplarının ülkeyi bu noktaya getirirken kullandıkları yöntemse, usta zamanlamalarla gündemi değiştirmek oldu.
Bunun somut örneğini, Öcalan ile pazarlıklarda, Yeni Anayasa ile Başkanlık Sistemi konularında anlaşmaya varıldığını, BDP’li vekillerin, “Başkanlık Sistemi iyidir” sözlerinden anlaşılmışken ve Başbakan Erdoğan “Çok iyi şeyler olacak” demişken, Öcalan’ın yazdığı mektuplara Kandil ve Avrupa’dan yanıt gelmişken, Nevruz nedeniyle Apo efendi nasıl bir barış mesajı yayınlayacağını bildirmişken, Ergenekon Savcısının mütalaasını sunmasıyla yaşadık.
Herkes Öcalan’la pazarlıkları unutup, varsa yoksa Ergenekon Savcısının mütalaasını konuştu. Bu olay, gündemi değiştirmede en iyi örnek değil de nedir?
Evet, Türkiye eski Türkiye değil. Öyle ki, Türkiye’nin kaderi, bir zamanlar 40 bin kişinin katili dedikleri Öcalan’ın mesajlarına bağlandı. Yeni Anayasa ve Başkanlık sitemi gibi konularda desteğini almak için adamı bir anda demokrasi havarisi yaptılar. O da kalkmış, kendisini, muhatabı olarak gördüğü Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne, PKK’nın rahatça geri çekilmesi için komisyon kur, gereğini yap diyebiliyor.
Öcalan sadece Diyarbakır meydanına toplananlar için değil, tüm ülke için ağzından çıkacak kelamlar merakla beklenen kişi haline getirildi. İsteklerinin karşılanmaması halinde, ortalığı kan gölüne çevirebilecek özgüvene ulaştı.
Öcalan’ı bu noktaya taşıyanlar, kendilerini bekleyen tehlikenin farkındadır herhalde. Kürtçüler, bir süre sonra isteklerinin müzakere edilmesine razı olmayacaklardır. Çünkü terör şantajıyla istediklerini almaya alışmış bir terör örgütü lideriyle karşı karşıyayız.
Apo’nun, PKK’ya sınır dışına çıkın çağrısı yapmasına sevinenlere küçük bir uyarı. Adam terör örgütünü silahsızlandırmıyor. Sınır dışında, bir emirle geri gelecek şekilde açık bir tehdit olarak beklemesini istiyor.
2006 yılında yayınladığım “Kürtçülük” adlı kitabımda, “PKK her fırsatta kendine uluslar arası resmiyet kazandırmaya çalışacak” diye uyarmıştım. “Hakkâri’yi zaman zaman bir süreliğine denetimine alma, elindeki askerleri bırakırken tutanaklar imzalatma, TBMM’yi devreye sokma gayretleri vb girişimlerle Birleşmiş Milletler sözleşmesine sığınacaklar” demiştim. Bunları artık herkes görüyor.
Çok sevdiğim Nurettin adlı iş adamı bir Kürt arkadaşım var. Son yıllarda, Kürtçülerle samimi ilişkiler içine girmişti. Geçtiğimiz Cumartesi günü, aralarında Nurettin’in de bulunduğu bazı arkadaşlarla Sakarya caddesinde buluştuk. Söz, İmralı süreci denilen pazarlıklara geldi. Nurettin, “Özgür Kürdistan’ı savunmak her demokratın görevidir” diyince, orada bulunan arkadaşlardan biri, “Senin hatırın için savunurum, ama aklıma takılan bir konu var. Kürdistan kurulduğunda, hangi bölgesine yerleşmeyi düşünüyorsun” diye soruverdi. Yüzü bir anda değişen Nurettin’i ilk kez sinirlenmiş gördüm, “Ne işim var kardeşim dağda taşta. Benim düzenim iyi Ankara’da…” dedi ve masadan kalkıp gitti.
Soruyu soran Mustafa adlı arkadaşım da Kürt. Bodrum’da, Marmaris’te, İzmir’de işyerleri var. Mustafa’ya, neden böyle bir soru sorma gereğini hissettiğini sordum. Yanıtı anlamlıydı. “Bu soruyu bundan sonra çok sık duyacağız. Nurettin’i alıştırayım dedim…”
Yorum Gönder