AKP İktidarı Türkiye’nin Ilımlı İslam rejimi yönündeki dönüşümünü
hukuksal bakımdan tamamlamak istiyor. Bu amaçla 12 Mart 1971 ve 12 Eylül
1980 askeri darbelerinin bile yapamadığı bir anayasayı zorla topluma
dayatmaya hazırlanıyor.
Bu nedenle çekirdek oyları yüzde 10-15 aralığında olan siyasal İslamcı
sağ bir parti, her yöntemi kullanarak Türkiye’yi teslim almaya
çalışıyor.
AKP İktidarı bütün ülkeye pusu kuruyor. Muhalif toplum kesimlerine,
sola, aydınlara, demokratik kitle örgütlerine şantaj yapıyor. Kabaca,
“Barış istiyorsanız, hazırladığımız anayasayı destekleyeceksiniz” diyor.
Barış için demokrasiyi feda etmemizi istiyor.
Bu nedenle olsa gerek BDP yöneticileri de toplumsal muhalefeti
ateşleyecek tek güç olan sola dönüp, “Bizi anlayın, barış var ama
şimdilik demokrasi yok” diyorlar. Tam olarak tanımlanamayan bir “barış
süreci” için dinci bir diktatörlük rejimine “evet” dememiz bekleniyor.
Öte yandan girilen yeni yolda çok sayıda tuzağın kurulduğu, hile ve
siyasal sahtekârlıklara açık olduğu çoık net görülüyor. AKP, tarihsel
önemi tartışılamayacak bu süreci yasal güvencelere bağlamayı
reddediyor. TBMM’yi devreye sokacak en küçük adımdan bile kaçınıyor.
Dolayısıyla bu girişim kişilere, onların eğilimlerine, dönemsel
hesaplara ve siyasal çıkarlara bağlı olarak götürülmek isteniyor. Durum
böyle olunca, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın ya da AKP Hükümeti’nin görüş
değiştirmesi, siyasette bugünkü güçler dengesinin bozulması, kısa erimli
siyasal hedeflerin gerçekleşmesi, süreci etkileyecek bölgesel ya da
küresel bir gelişmenin olması halinde “barış süreci” denilen bu
girişimin tersine dönmesi mümkün hale geliyor.
Çünkü yasal zemin hazırlanmadığı taktirde, bugün atılan bütün adımlar
Türk Ceza Kanunu ve Terörle Mücadele Kanunu’na göre “suç” olmaya devam
edecek. Yarın bir savcının çıkıp dava açması halinde başlayacak hukuksal
süreci kimsenin durdurmaya gücü yetmeyebilecek.
AKP bu riskleri görmüyor olamaz. Ancak, hile ve şantaja dayalı siyaset
yapmayı bir iktidar yöntemi olarak benimsedikleri için, yasal boşluk
durumunu pazarlık aracı olarak kullanmayı seçtikleri anlaşılıyor.
AKP yine kurnazlık yaparak bu kez de Kürt siyasal hareketine ve sola
yeni bir “kazık atmaya” hazırlanıyor. Yeni anayasayı ve başkanlık
rejimini, deli gömleği gibi topluma giydirdikten sonra bir fırsatını
bulup sözlü anlaşmayı bozma kapısını açık tutuyor.
Çünkü AKP yeni anayasayı referandumla topluma kabul ettirdiği taktirde
bütün hedeflerine ulaşmış oluyor. Yeni anayasa yasama, yürütme ve yargı
organları arasındaki güçler ayrılığı ilkesini sonlandırıyor. Yargıyı
yürütmenin emrine veriyor. Faşizan yetkilerle donatılmış bir başkanlık
sistemi öngörüyor.
Özerk kurumları yok ediyor. Türkiye’yi; eğitimi dinselleşmiş, kamusal
yaşamı dini kurallar tarafından belirlenen, üniversiteleri medreseye
dönüşmüş, kadınlara kapanmaları telkin edilen, yarı laik, dinci ve
kıytırık bir Ortadoğu ülkesi haline getiriyor.
Sonuç olarak Türkiye dinselleşmiş, aklın ve bilimin teslim alındığı,
teolojik literatürün yükseldiği, niteliksiz ve vasat olanın öne çıktığı
bir ülke haline geliyor. Toplum bir önceki çağın değerler dünyasına iade
ediliyor.
Bu nedenle AKP’nin ve AKP iktidarının herhangi bir siyasal parti ve
iktidardan farklı olduğunu görmemiz, gerekiyor. AKP herhangi bir
muhafazakâr parti, AKP iktidarı da daha önce örneklerini gördüğümüz
herhangi bir merkez sağ iktidardan nitelik olarak farklı özelliklere
sahip.
AKP ku§rucu bir parti, AKP Hükümeti de kurucu bir iktidardır. Eskisini
yıkan ve yeni düzen kuran bir siyasal kadro iş başındadır. Bu nedenle
Ömer Dinçer, “Seçimi kaybetsek bile AKP iktidar olmaya devam edecektir”
diyor.
AKP, emperyalizmle, özellikle ABD ve AB ile çatışarak iktidar
olunamayacağını gören İslamcıların partisi olarak doğdu. AKP’yi kuran
İslamcı kadrolar, iktidar için ABD ve AB ile uzlaşmayı kaçınılmaz sayan
ve tercih edenlerin, dahası küresel mali sermayenin neo-liberal ekonomik
politikalarını kayıtsız şartsız savunan İslamcıların kurduğu bir örgüt
olarak ortaya çıktı. AKP’yi kuran kadrolar 28 Şubat 1997 sürecini kendi
örgütlenmeleri için bir fırsat olarak değerlendirdiler.
Kısacası ABD ve AB ile çatışmak yerine, bu güçlerle uzlaşarak iktidar
olabileceklerini görenler, 28 Şubat’tan sonra Refah Partisi ve Fazilet
Partisi’nin kapatılması üzerine, hızla “Milli Görüş” hareketini terk
ederek kendi partilerini kurdular.
YENİ TÜRKİYE CUMHURİYETİ
Amerikan Dışişleri ve istihbaratının önde gelen Ortadoğu, Türkiye ve
İslam uzmanlarından Graham Fuller'in 1990’lı yılların başından beri
"ılımlı İslam" projesi üzerinde çalıştığı bilinir.
CIA’da Ortadoğu Bölge Şefliği ve Başkan Yardımcılığı yapan Prof. Fuller,
Ortadoğu'daki anti-Amerikan radikal İslamcı akımları önleme ve
geriletmenin yolunun, laik sistemleri desteklemekten değil, aksine
radikal İslamcı partileri küresel kapitalist sistem içine çekecek ve
onları dönüştürecek bir yaklaşımı benimsemekten geçtiği tezini
yıllardır savunur.
Graham Fuller'in de aralarında olduğu etkili stratejistlere ve karar
verici geniş bir çevreye göre, İslam ülkelerindeki laiklik konusunda
ısrarın hiçbir anlamı yok. Çünkü onlara göre İslam dünyasında laikliğin
tarihsel ve kültürel temelleri çok zayıf. Laiklik, Batı-Hıristiyan
kültürüne özgü bir olgu… Ayrıca, Müslümanların günlük yaşamlarında dini
nasıl yorumlayıp uyguladıkları ABD'nin stratejik çıkarlarını da hiç
ilgilendirmez. Önemli olan şey, bu ülkelerin ya da örgütlerin
anti-Amerikan bir niteliğe sahip olmamasıdır. O da ancak, ılımlı bir
İslami modeli geliştirmekle mümkündür.
Bu nedenle AKP-Cemaat iktidarı eliyle Türkiye’de Cumhuriyetin bütün
kazanımlarını tasfiye ederek bir Ilımlı İslam rejimi kurulmasının bütün
şartlarını yarattılar.
Yine bu anlayıştan hareketle İslam dünyasında Türkiye’yi model alarak
1923’ü kendi ülkelerinde tekrarlayan bölgedeki bütün “Birinci
Cumhuriyetleri” yıktılar. Son laik ülke Suriye’yi de yıkmak için
uğraşıyorlar.
Fuller'e göre, Fransız ekolünü izleyen laik Türkiye aslında "başarısız"
bir örnekti. Laiklik nedeniyle İslam dünyasından, onları
etkileyemeyecek ölçüde uzaklaşmıştı. Ancak yine de önemli (olumlu
anlamda) bir laik birikime ve demokratik geleneğe sahipti. Bu durumda
tarihsel ve kültürel bakımdan siyasal bir "ortalama" alınabilirdi. İşte
alınmak istenen bu ortalama ılımlı İslam’dan bir şey değildi.(*)
Amaç, İslam köktendinciliğini dönüştürmek ve onu liberalleştirerek Batı,
dolayısıyla emperyalizm karşıtı bir hareket olmaktan çıkarmaktı. Bu
nedenle Fuller, Türkiye’nin en önemli sorunlarının Kemalizm’den
kaynaklandığı konusunda ısrar ediyor. Devletçilik ve “liberal olmayan
düzenin” Türkiye’nin demokratik dönüşümünü engellediğini ileri sürüyor.
Ilımlı İslam teorisini ve Kemalizm sonrası Türkiye tasarımını önemli
ölçüde temellendirdiği, “Yeni Türkiye Cumhuriyeti” isimli kitabında
Fuller, Gülen Cemaati’ne ve AKP’ye övgüler düzüyor. Fuller, ülkeyi
dönüştürecek bu gücün (AKP-Cemaat ikilisinin) Türkiye’yi bölgede model
ülke haline getireceğini de ileri sürüyor. Bu arada Fuller’in kitabının
adı da ilginç; “Yeni Türkiye Cumhuriyeti”!
*Graham E. Fuller, Yeni Türkiye Cumhuriyeti, Timaş Yayınları, Çev. Mustafa Acar, 3. Baskı, Nisan 2008 İstanbul, S. 62-74.
Yorum Gönder