Dış politikamızda yozlaşma ve uydulaşma,
1950 yılında iktidara geçen Demokrat Parti yönetimiyle başlamıştır.
1950-1960 yıllarında iktidarda bulunan Demokrat Parti hükümetleri, ne
yazık ki, iç ve dış politikada büyük Atatürk’ün yolundan gitmemiş ve
ülkemizi “Batı’nın uydusu” konumuna düşürmüştür! 1950 yılında Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle, bilinçli olarak “Atatürkçü dış politika”dan
sapma başlatılmış ve 1960’ı izleyen yıllarda iktidara gelen hükümetler
de büyük ölçüde Demokrat Parti iktidarının yolundan gitmeyi yeğleyerek
Türkiye’yi Batı’nın ve özellikle ABD’nin buyrukları doğrultusunda bir
dış politika izlemek durumunda bırakmıştır.
1950-1960 döneminde, Türkiye kendi gibi gelişmekte olan ülkelerin oluşturduğu “Üçüncü Dünya”nın
yanında yer almak yerine, Sovyetler Birliği’nden duyulan kaygı ve
korkuyu abartmak suretiyle, Batı’nın yanında yer almış ve Asya-Afrika
devletlerinden oluşan “Bağlantısız Blok” tarafından
yalnızlığa itilmiştir. 1950’li yıllarda Batılı devletlerle aynı gelişme
düzeyine sahip olmayan ve onların uygarlık düzeyine erişememiş olan
ülkemiz, Atatürk’ün izinden gitmek suretiyle kendini kendi olanaklarıyla
geliştirmek yerine, dış devletlerden aldığı ağır borçlarla tam
bağımsızlığını yitirme yolunda dev adımlar atmıştır.
Ben Türkiye’nin “doğru yol”dan
çıkmasının 1950 yılında başlatıldığı görüşündeyim. Eğer Demokrat Parti
hükümetleri Atatürk’ün yolundan gitmiş olsalar, o büyük insanın
gerçekleştirmiş olduğu devrimleri daha ileri düzeye ulaştırmak yolunda
yeterince çaba harcamış ve dış politikada ülkemizin onurunu koruyucu ve
itibarını yüceltici adımlar atmış olsalardı, hiç kuşkusuz Türkiye bugün
bulunduğu yerden çok daha farklı bir konumda olabilecek ve dünya
devletlerinin saygı duydukları bir devlet olarak tarihe adını
yazdırabilecekti.
Atatürk’ün “çağdaşlaşma” ilkesi,
Demokrat Parti hükümetleri tarafından dış politikada Batı’nın izinden
gitmek, Batı’nın dış politikası paralelinde bir politika uygulamak
olarak algılanmıştı. Oysa, Atatürk “çağdaşlaşma” derken, Türkiye’nin
çağdaş uygarlık düzeyine erişmesi yolunda atılacak adımları
kastetmekteydi. Atatürk, yurtiçindeki “çağdaşlaşma” hareketleriyle dış politikada Batı’ya bağlanmayı özenle birbirinden ayırmıştı. Ancak, “çağdaşlaşma” ile “Batı’ya bağlılık”
kavramlarının, 1950 yılından itibaren iktidara gelen hükümetler
tarafından bilinçli olarak birbiriyle karıştırıldığı görüldü. Demokrat
Parti iktidarı, “çağdaşlaşma” sloganı altında Türkiye’yi sık sıkıya
Batı’ya bağlamıştı. Batı’ya bağlanmak Demokrat Parti için bir siyaset
felsefesi olmuştu. Demokrat Parti, sosyal ve ekonomik politika görüşleri
açısından, kendini kapitalist düzene yakın görmekte ve iktidarını, bu
düzeni uygulayan devletlerle işbirliği yaparak sürdürmek istemekteydi.
Bu işbirliği, Demokrat Parti iktidarına aynı zamanda ekonomik destek de
sağlamaktaydı. Demokrat Parti yönetimini sıkı sıkıya Batı’ya bağlanmaya
yönelten bir ikinci neden de bu iktidarın, Batı’da kurulan siyasal,
askeri ve ekonomik örgütleri bir dünya görüşü olarak benimsemiş
olmasıydı.
Demokrat Parti iktidarı döneminde, Türk dış
politikasını yönetenler, NATO’yu Türkiye için bir ulusal politika, bir
dünya görüşü saymışlar ve uluslararası olayları bu örgüt gözüyle
değerlendirmişlerdi. Dış politikasını, NATO’ya ve ABD’ye bağlılık
çerçevesinde oluşturan ve ulusal çıkarlarını, NATO ile ABD’nin
çıkarlarıyla özdeşleştiren bir iktidarın döneminde, Türkiye Cumhuriyeti
Devleti, nasıl olur da tam bağımsız bir devlet olarak uluslararası
toplulukta saygınlığını koruyabilirdi?..
Demokrat Parti
yöneticileri, büyük devletlerle ittifak oluşturmayı dışlayan Atatürkçü
dış politikadan sapma göstererek Türkiye’nin sırtını büyük bir devlete,
yani ABD’ye dayamayı yeğlemişti.
Dış politikada “tam bağımsızlık” yerine, Batılı devletlere “bağımlılık”,
ne yazık ki Demokrat Parti’den sonra iktidara gelen diğer hükümetler
tarafından da benimsenmiş ve bu hükümetlerin benimsedikleri yanlış
politika tercihi sonucunda, ülkemiz bugün Batılı devletlere bağımlı bir
konuma indirgenmiştir.
“Atatürkçülük”, Türkiye’yi doğru yola götürecek ve ülkemizin gelişmesi ile ilerlemesini sağlayacak bir öğreti olarak kabul edilmelidir. Adnan Menderes’in başbakanlığı altındaki Demokrat Parti iktidarının, devletimizin “Atatürkçülük”ten
ayrılmasındaki payı büyüktür. Bu nedenle bu dönemin özellikle dış
politikasının iyi irdelenmesi ve bu dönemde dış politikada atılan yanlış
adımlar ile yapılan hataların yinelenmemesi gerekir!
Doç. Dr. Hüner Tuncer
Yorum Gönder