Neyzen, bu toprakların görüp görebileceği en kural tanımaz anarşisti,
hatta anarşistlerin üstadı azamıdır. Ne protokol takar ne
adabı-muaşeret. Girdiği her ortama kendi kurallarını kabul ettiren
Neyzen, hem entelijansiyanın hem de berduşların sevgilisi olmayı
başarabilmiş nadide bir kişilikti.
Bir dörtlüğünde “Hayat üç buçukla dört arasındadır / Ya üç buçuk
atarsın ya da dört dörtlük atarsın” demiştir amma ne üç buçuk atmıştır
yüreği, ne de dört dörtlük yaşamıştır. Çevresinde ikbal sahibi o kadar
dostu, yareni, himaye edeni varken üstat, “Ben bu dünyanın devr-i
devranını, izzet-i ikramını s.....m” diyerek tercih ettiği yaşamı
sürmüştür. Ne okulda dikiş tutturabilmiştir, ne iş yaşamında. Ne kışlada
ne de tekkede...
Muallim olan babasının ısrarına rağmen
kaydolduğu mekteplerden ya def-i tard olmuş ya da sara nöbetleri azdıkça
“okul bana dokanıyor” diyerek kahvehaneler ve hanları mekân tutmuştur.
Bir ara Mevlevi Tekkesi’ne uğramışlığı da vardır ama sonra Bektaşilikte
karar kılıp bugün haliç kıyısında AKP’li belediyenin tarumar ettiği ve
bahçesinde partinin il binasını diktiği Karaağaç Tekkesi son durağı
olmuştur. Münir Baba’dan nasiplenerek kendisini olduğu gibi kabul eden
bir hayat mektebine böylece kaydolmuştur.
Neyzen, 134 yıl önce
bugün, yani 24 Mart 1879’da Halikarnas’ta doğduğunda çevresine göre
varlıklı olan ailesi onun için başka türlü bir yaşam hayal etmişti.
Ancak Neyzen, sıra dışı yaşamını önce ailesine sonra da kapısından
girdiği her kuruma kabul ettirmeyi başarmıştı. Hatta Bakırköy Ruh ve
Sinir Hastalıkları Hastanesi’ne bile... Yaşamının son demlerini bu
hastanenin 21 No’lu koğuşunda geçiren Neyzen, hastaneyi otel odası gibi
kullanmıştır. Gündüzleri dışarıda, geceleri hastanede.
Bir anlamda
Neyzen, bu toprakların görüp görebileceği en kural tanımaz anarşisti,
hatta anarşistlerin üstadı azamıdır. Ne protokol takar ne adabımuaşerete
uyardı. Askerlik hayatında da kafasına göre takılmıştır. I. Dünya
Savaşı’nda Muhtar Paşa’nın emrinde mehterbaşı olarak görevlendirilmiş
olan Neyzen, paşa ile her tartıştığında çekip gitmiş ama her seferinde
onu himaye eden İstanbul Merkez Komutanı Albay Cevat Bey tarafından ikna
edilerek görevine geri döndürülmüştür.
Neyzenliği kadar
taşlamaları, küfürlü şiirleri ve hazır cevaplığını gösteren fıkraları
ile de ünlüdür Neyzen Tevfik. Hiciv konusundaki üstatları Şair Eşref ve
Ruhi Baba’dır. Bunun dışında Mehmet Akif Ersoy, Ahmet Rasim, Yunus Nadi
gibi şair ve yazarların himayesinde müzik ve şiirle hasbıhal eylemiştir.
Plakları ve kitaplarının yanında tiyatro ve sinemaya bulaşmışlığı da
vardır. Aslında bulaştırılmışlığı desek daha doğru. Çünkü o, İhsan
Ada’nın belirttiği gibi neyini dinletmek için üflememiş, şiirleri de
kitap olsun diye yazmamıştır. Hiçbirini kayda geçirmeyip ezberinde
tuttmuştur. Cumhuriyet döneminde İstanbul valisinin kendisine
Konservatuvar bütçesinden bağladığı aylık dışında düzenli geliri
olmamıştır. Umurunda da değildir. O üflediği neyiyle rakı parasını
denkleştirdi mi ya heyy!..
Üstü başı dökülür ama özgürlüğüne paha
biçilmez. Sözünü sakınmadan söyler, paşasına da, nazırına da, hocasına
da, mollasına da basar kalayı. Hem de en ağırından. Tanrı ile yarenlik
eder ama araya da zinhar aracı sokmaz. O, Şemsi’nin dizelerinde
anlattığı “Mescid ile medreseyi ısmarladık zahitlere/ Hakka ibadet
etmeye yeter bize meyhaneler” diyen güruhtandır. Abdülhamit’in
istibdadına da söver sayar, İttihatçıların Meşruti yönetimine de verip
veriştirir. Pek çok kereler tutuklanır ve kodesi boylar. Ama kısa sürede
salınır. Herhalde berduş ya da divane saydıklarından olsa gerek. Bir
tek Cumhuriyeti kuran kadroya kıyamamıştır. Hele de Atatürk’e hiç. Ona
dil uzatanlara öyle okkalı sözler etmiştir ki, yutabilene aşkolsun. Bu
dönemde sadece haksızlığa, yolsuzluğa ve yozlaşmaya karşı durmuştur.
28
Ocak 1953’te aramızdan ayrılan Neyzen Tevfik’in Beşiktaş Sinan Paşa
Camisi’ndeki cenaze töreni Fellini filmlerinden fırlamış bir enstantane
gibidir. Kortejin ön saflarında devletin önemli mevkilerinde görev yapan
bürokratlar, bakanlar, üniversite hocaları, yazar ve sanatçı taifesinin
yanında kendilerine çeki düzen vermeye çalışan İstanbul’un bütün sarhoş
ve berduşları. Ondan geriye şiirleri ve fıkra gibi olayları kaldı.
Yüz karası
Kadıköy’de Aksaraylı Hamdi’nin gazinosunda bir yandan demlenir, bir yandan ney çalarken, yanına bir boyacı çocuk yanaşır.
- Amca, boyayım mı?
Neyzen yerinden kalkar, para çıkarıp çocuğa verdikten sonra yere sırtüstü uzanır:
- Gel, yüzümü boya.
Yüzü
boyanınca, Kadıköy’deki başka bir meyhaneye, Papazın Bağı’na gider.
Papazın Bağı’nı mekân tutmuş olan Ahmet Rasim, onu görünce:
- Ne bu hal Neyzen? Kuşdili Tiyatrosu’nda “Arabın İntikamı’nı mı oynadın?
Neyzen güler:
- Merhamet insanın yüzünü bazen kara çıkarır.
Boyacıya acıdığını söyleyip olayı anlattıktan sonra ekler:
- Kâinata bir de bu heybette görüneyim, dedim. Allah’a şükür ki böyle bir yüz karam oldu. Ya çıkmazına boyansaydım?
Şişe çekerken
Neyzen, bel ağrılarından yakınmaktadır. Tanıdık doktorlardan biri: “En iyisi şişe çekmek” der, “ağrılardan kurtarır seni”.
Ertesi gün bir dostu, Neyzen’i kaldırıma uzanmış, elinde rakı şişesini tepesine dikmiş vaziyette görünce:
- Üstat, rakıyı bırakacağını söylüyordun, bakıyorum azaltacağına ölçüyü büsbütün kaçırmışsın.
Neyzen, dostunu yattığı yerden şöyle bir süzer:
- Bu sefer doktor tavsiyesiyle içiyorum. Bel ağrılarından şikâyet ediyordum; doktor “şişe çek” dedi.
Gelin gibi
Son hızla giden taksi şoförüne sesleniyor:
- Aman oğlum, n’olur biraz yavaşla.
- Merak etme baba, biz bu taksiyle gelin taşıyoruz.
- Desene biz de düzülecekler arasındayız!!!
S..çtı Cafer bez getir
Atatürk’ün
büyük dil kongresini topladığı gün, Başvekil de Bakırköy’de
genişletilen bez fabrikasını açmaya gelmişti. Dil kongresine Atatürk
dışında bütün bakanlar, milletvekilleri ve bazı büyükelçiler de
gelmişlerdi.
Kongrede tez sunanlar arasında öğretim üyesi Cafer
Kırımi Bey de vardı. Cafer Kırımi Bey kürsüde tezini savunurken, Kırımlı
olması dolayısıyla söz arasında Ruslar hakkında biraz sitemde bulununca
Atatürk çok kızmış ve:
- “Burası siyaset meydanı değildir, indirin
şunu hemen” deyince profesörü kürsüden indirmişlerdi. Neyzen, bu olayı
öğrenince şu kıtayı yazmıştı:
Fabrika yaptı sümerbank bez için,
Çok muazzam bir eser bu laf değil,
Dil işinde ehli dil tezden dedi:
Sıçtı cafer bez getirsin başvekil..
Kovmanın nazikçesi
Bir
arkadaşıyla Beyoğlu’nda gezerken Jön Türklerin ünlü simalarından
Ubeydullah Efendi’yle karşılaşırlar. Ubeydullah Efendi o günlerde
Beşiktaş Evlendirme Dairesi Müdürlüğü görevini yürütmektedir. Neyzen,
Ubeydullah Efendi’ye sorar:
- Hocam, Hazreti Adem’le Hazreti Havva’nın nikâhlarını hangi imam kıydı?
- Davetliler arasında değildim, bilmiyorum.
- Peki, Adem’le Havva cennetten niye kovuldular?
- Bir münasebetsizlik etmişlerdir.
- Ne gibi?
Ubeydullah Efendi dayanamaz:
- Sizin bu akşam yaptığınız gibi.
- Peki, acaba nasıl kovuldular?
- Defol...Yoksa sana haddini bildiririm şimdi!
Neyzen, ardından bastonunu sallayarak koşan Ubeydullah Efendi ile arayı açtıktan sonra durup seslenmiş:
- Böyle nazikçe kovmasını biliyordun da, benimle ne diye bir saat uğraştın üstat?
Evin yolu
Aksaray’da
bir ev kiralar. Yeni taşıdığı günler, geceleri meyhaneden dönerken ara
sokak içindeki evini bulmakta güçlük çekmektedir. Bir gece, karşısına
çıkan bekçiye sorar:
- Bekçi baba, Neyzen Tevfik buralarda bir yerde oturuyor. Sen evini biliyor musun?
- Neyzen Tevfik sen değil misin?
- Ben sana kimim diye sormadım, Neyzen Tevfik’in evini sordum...
Meyhaneye girmeden...
Eş
dostun ısrarı ile bir daha meyhaneye girmeye tövbe eder. Birkaç gün
sonra, vakt-i kerahet gelince dayanamaz. Bir at kiralayıp soluğu
Langa’da Kosti’nin meyhanesinde alır. Attan inmeden, kapıdan seslenip
içkisini getirtir. Meyhanedeki tanıdıkları seslenirler:
- Hoca, böyle at üstünde içki içilir mi? Hele atını bağla gel de usulünce içki içip sohbet edelim.
- Yoo, gelemem yanınıza. Meyhaneye girmeye tövbeliyim!
Geri gelmeyeceklerse?
Birinci
Dünya Savaşı yılları. Mahalle bekçilerinin davul çalarak topladığı bir
kafile, askerlik şubesine gitmek üzere yola koyuluyor. Kaldırımlarda
biriken halk gidenleri uğurluyor:
- Allah selamet versin, Allah selamet versin.
Yemen, Çanakkale, Filistin gibi cephelere gidenlerin geri dönmeyeceklerini bilen Neyzen de bu yolculuk törenine katılıyor:
- Allah rahmet eylesin, Allah rahmet eylesin!
Kırk yıllık ölü....
Dr. Fahrettin Kerim Gökay “içkinin zararları” konulu konferansını vermektedir. Bir ara:
- Rakının her kadehi, hayatımızı bir saat kısaltır, der.
Dinleyiciler arasında olan Neyzen yerinden fırlayıp bağırır:
- Eyvah,yandık!
- Hayrola?
- Hesap ettim, meğer ben öleli tam kırk yıl olmuş!!!
Yiyip içmek için mi?
Neyzen, bir gün Mazhar Osman’la karşılaşır.
- İçmeye devam ediyor musun, Neyzen?
- Neden sordunuz, beni tedavimi edeceksiniz, yoksa yemeğe mi çağıracaksınız?
Edep
Tanıdığı
bir subayı ziyarete kışlaya gider. Subayın ricası üzerine askerlere ney
çalar. Sonunda aşka gelip zeybek oynamaya durur. Pantolonunun
düğmelerini iliklemeyi unuttuğunu gören erlerden biri “Efendi amca, edep
yerin açıkta kalmış” der. Neyzen oyunu kesip ellerini kaldırarak
Tanrı’ya seslenir: “Çok şükür sana, nihayet karşıma edebim olduğunu
söyleyen bir kulunu çıkardın.”
Adam yerine koymuyorlar
Hüseyin Şehsuvar anlatıyor: “...küfürlere başladı. Sonra başını sola çevirip bana döndü:
- Hüseyin, ben önüme gelene sövüyorum.
- Söversin,
- Bana bir şey yapmıyorlar?
- Ne yapacaklar?
- Ulan yoksa bunlar beni adam yerine mi koymuyorlar???
Cumhuriyet/Dergi
Yorum Gönder